On dokuzuncu asır, siyasî ve sosyal sahada olduğu gibi, edebiyatın da yeniliklere kapılarını sonuna kadar açtığı bir asrın adıdır. Bu asrın şartlarına bağlı olarak şiir de, yeni ve farklı tercihlerde bulunmaktan uzak kalamamıştır. Tablo altına şiir yazmak, tabloya göre şiir yazmak, tabloda yer alan canlı ve cansız tüm varlıkların hissettirdiklerini mısraa dönüştürmek, devrin ‘modası’ olmak bakımından bir adımdır. Adımın diğer ayağı ise, ruh hâli ve hislerin, çizgi ve renklerle canlandırılmasını sağlama arzusudur. Bir devrin, tabii ki, bir neslin ‘modası’ olmak sınırını aşamayan bu uygulama, karakterinden dolayı, kalabalık kitleleri ardından sürükleyen bir gelenek hâlini alamamıştır. Özellikle şiirde denenen bu yenilik, bir takım mensurelerin varlığında da karşımıza çıkar. Şiirin ve mensurelerin güzel sanat dallarıyla kurduğu bu ilişki, daha geniş bir dünyanın yapılanmasına zemin hazırladığı gibi, zengin ifade biçimi elde etmek adına bir değişimin önünü de açmıştır. Bu paradigma, şiirin bütünüyle resim ve musikiye evirilmesi manası taşımamış, aynı şekilde, resim ve musiki gibi güzel sanatların edebiyata dönüşmesi neticesini de doğurmamıştır. Çünkü, kabul edilmelidir ki, güzel sanatların birbirlerinden alışveriş yapmaları mümkündür. Ancak, bir güzel sanatın, diğer bir güzel sanat içinde tamamen kaybolması tasavvur edilemez. Bu nedenle şiirin ve mensurenin, tümüyle bir heykel görüntüsü kazanıp somutluğa dönüşme ihtimalinden de söz edilemez. Batı edebiyatlarında denenen, sanatlar arası alışveriş usulü, on dokuzuncu asır Türk edebiyatında da uygulama alanı ve imkânı bulmuştur. İlk önce, Ekrem’in yazdığı bir şiirle başladığı iddia edilen bu usul, Servet-i Fünûn’da yaygınlık kazanmış, İkinci Meşrutiyet’in ilânına kadar devam etmiştir.
Yazının hedeflerinden birisi, ‘tablo şiir’ modasına dair bazı hususları bir kez daha ve yeniden ele almaktır. Çünkü, ‘tablo altına şiir yazma’ usulünün uygulamada Ekrem ile başladığı söylense de, fikrin Tevfik Fikret’e ait olduğu meselesi dikkate alındığında, bir modanın veya bir ‘yeniliğin öncü isminin gözden uzak tutulmaması gerektiği hakikati aşikâr hâle gelmektedir. Ekrem’in üzerinde duracağımız metni, ‘tablo altına şiir yazma’ teklifinin/arzusunun Fikret tarafından geldiği hususunu açık etmektedir. On dokuzuncu asrın son çeyreği ile yirminci asrın başlangıcındaki süreli yayınlar, şiirin bu tercihine sayfalarında yer vermişler, sanatkârlar da bu modaya ilgi duyarak eserler vücuda getirmişlerdir.
Ayrıca, çalışmada, tablo altına/içine şiir yazımı dâhil, Ekrem’in eserlerine bir takım ilâveler yapılacaktır. Çünkü, üzerinde durulacak şiirler, ilk kez burada gündeme gelmiş olacaktır. Şiir metinlerinin yanında, Ekrem’in, tablo altına/içine şiir yazımına dair kanaatlerini içeren yazı da, ilk defa burada bahse konu teşkil edecektir. Ekrem’in, üzerinde duracağımız yazının muhatabı, Tevfik Fikret’tir. Zira, zaman ve tarihini kestiremediğimiz altına/içine şiir yazılacak tablonun varlığından ve Ekrem’e gönderileceğinden, Fikret, daha önceden ve sözlü olarak ifade edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, Ekrem’in, tabloyu görmeden evvel yazdığı iki şiirden bahsedip metinleri vermesi, tahminimizi doğrular niteliktedir.
Altına/içine şiir yazılmak üzere gönderildiği anlaşılan tablo vesilesiyle Ekrem, tablo altı/içi şiir, edebiyat, estetik ve sanata hakkındaki fikirlerini ortaya koymuştur. Ekrem, yazısında, ısmarlama şiir vücuda getirme, tabloya uygun şiir yazma, başka birine ait şiiri hatırlatma endişesinden dolayı şiire müdahale etme ve sanatçı ile sanat arasındaki ilişkiyi münakaşaya tabi tutmuştur. Çalışmada, Ekrem’in görüşleri merkeze alınarak, bir dönemin edebiyat ve sanat algısına dair değerlendirmeler yapılmıştır. Aynı zamanda, edebiyat ve sanat sahasında, hoca-talebe, usta-çırak ilişkisi yorumlanmaya gayret edilmiştir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | MAKALELER |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 2 Sayı: 4 |