Yirminci yüzyılın son çeyreğinde modern dönem toplum sözleşmeci geleneği yeniden canlandıran John Rawls, hak kavramını iyi kavramına öncelikli kıldığı ahlak teorisinde adil ve iyi düzenlenmiş bir toplumun nasıl yaratılacağı yönünde teorik bir açılım yapmıştır. Bireyi kendine has bir şekilde ahlaki, eşit ve rasyonel özne olarak kodlayan Rawls, bu bireyden yola çıkarak teorik öncüllerini oluşturmuş ve geliştirdiği teori aracılığıyla özgürlük ve eşitlik nosyonlarını uzlaştırma çabasına girmiştir. Rawlsın bu çabasına yönelik literatürde yer alan tartışmalar; ya Rawlsın adalet ilkelerinin birbirini çürüttüğü ya da bu ilkelerin birbirine diyalektik olarak zorunlu bir bağlılık arz ettiği yönündeki argümanlardan oluşmaktadır. Bu makalede ise; sorunun Hakkaniyet Olarak Adalet İlkeleri’nin birbiriyle çelişip çelişmediği veya birbirini zorunlu olarak tamamlayıp tamamlamadığı olmadığı özellikle tartışılarak, bu ilkeleri uygulayacak olan Rawlsçı Mülk Sahipliği Demokrasisi Modelinde bile özgürlük ve eşitliğin Rawslın beklentisi doğrultusunda toplumsal boyutta yaşanamayacağı yönünde argümanlar öne sürülmüştür.
Hakkaniyet Olarak Adalet İlkeleri Özgürlük Eşitlik Fark İlkesi Mülk Sahipliği Demokrasisi
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Ekim 2020 |
Gönderilme Tarihi | 1 Haziran 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 15 Sayı: 2 |
Akademik İncelemeler Dergisi (AID) bilginin paylaşımı için Açık Erişim Politikasına uymaktadır.