Devletler, uzunca süre egemen birimler olarak hukukun yegâne yaratıcısı ve uygulayıcısı olmuşlardır. Egemenlik, bu süreçte devletin hükmetme yetkisini meşrulaştıran başlıca araç olmuştur. Oysa özellikle son dönemde yaşanan pek çok gelişme, egemenlik açısından farklı bir noktaya gelindiğine işaret etmektedir. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra devlet egemenliği sorgulanmaya başlanmış; mutlak bir egemenlik anlayışının birey ve grup haklarının ihlaline sebep olabileceği ve bireysel haklarla özgürlüklerin güvence altına alınmasının sadece devletlerin inisiyatifine bırakılamayacağı fikri, uluslararası düzlemde etik ilkelere dayalı normatif bir düzen oluşturulmasına yönelik arayışları beraberinde getirmiştir. Bunun yanında küresel kapitalizmin geldiği aşama ulusal ekonomilerin yerlerini tek bir küresel ekonomiye bırakmaları yönünde işlemektedir. Avrupa Birliği’nin yeni bir siyasal örgütlenme modeli olarak belirişi ve yarattığı “ortak egemenlik havuzu” aracılığıyla ulus-devlet anlayışına farklı bir boyut kazandırması da “ulusal egemenlik” anlayışında yeni bir aşamaya gelindiğini göstermektedir. Bu noktada temel meşruiyet kaynağı olarak devletlerin egemenliğe hâlâ ihtiyaç duyduğu; evrensel ölçekte barışın ve siyasal istikrarın korunması için devletlerin “sorumlu egemenlik” anlayışına sahip olmalarının gerektiği söylenebilir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Ocak 2008 |
Gönderilme Tarihi | 31 Temmuz 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2008 |