Öz
13.yüzyılın büyük sufilerinden biri olan Mevlana Celaleddin Rumi gibi yüzyıllar boyunca
Anadolu’da yaşama, anlama, duyma kültürü oluşturmuş zirve bir şahsiyetin yapıtları üzerinden
eril kültürü sorgulamak, yeni bir gözle yapıtlara sinmiş örtük eril cinsiyeti açık etmek gerekebilir.
Mevlana’nın yapıtlarının dili olan Farsça ve yapıtların çeviri dili Türkçe cinsiyetsiz bir dildir.
Türkçe ve Farsçada, ödünçleme sözcükler dışında erillik, dişilik ve yansızlık gösteren bir
dilbilgisel ulam bulunmadığı gibi cinsiyet, dişil ve eril adıllarla da ayrılmamaktadır. Başka türlü
söylenirse, Türkçe ve Farsça dilbilgisel ve adılsal cinsiyete sahip olmasa bile sözlüksel cinsiyete
sahip bir dildir. Türkçe ve Farsça gibi, cinsiyetsiz ya da sözlüksel cinsiyetli dillerde dişil + eril +
yansız olmaması durumunda yansız adıllar ve yansız sözcükler örtük eril cinsiyetle ifade
edilmektedir. Örtük eril cinsiyet sınırlı sayıda ve belirli sözcüklerde görülmektedir. Mevlana’nın
yapıtlarında seçili örnekler üzerinden {insan + adam/âdem + merd + beşer + genç + çocuk +
yaşlı} gibi sözcükler ya da {biz + sen + o} gibi kişi adılları ya da {herkes/hepsi +kişi +kimse
+biri} gibi belirsiz adıllar çoğu kez erkek cinsiyetini karşılayacak ve kapsayacak niteliktedir. Bu
durum, Mevlana’nın yapıtlarındaki eril dilin ve söylemin altındaki kalıpların sorgulanarak dişilcil –
feminist- bir okumaya tabi tutulmasını gerekli kılmaktadır. Mevlana’nın yapıtlarındaki eril dile
ilişkin belki dilsel zamansalaykırılıktan –anakronizmden- değil, bir süreklilikten söz edilebilir.
Çünkü 800 yıldır Farsçada ve Türkçenin eril dil kullanım sıklığından ve yaygınlığından pek bir
şey kaybettiği söylenemez. Bu makalede, Mevlana’nın yapıtlarındaki örtük eril cinsiyet örnekleri
üzerinden dilsel adaletsizlik serimlenecektir.