Kadim dönemlerden bu yana
insanoğlunun sergilediği felsefi çabanın altında, her şeyi kuşatan gerçeğin
bilgisine ulaşma isteği olduğu iddia edilebilir. Bu nedenle, insanın, etrafını
saran değişim ve çokluğu izah edebilmek için tarih süreci gerçeği içerisinde
felsefi bir çabada bulunduğu söylenebilir. Ortaçağ sonrası Batı düşünce
tarihinde, bu çaba ilk olarak, birbirine indirgenemeyen ( madde ve ruh) iki töz
çerçevesinde Descartes’in tutarlı bir şekilde izah etme yöneliminde
görülebilir. Fakat süreç içerisinde birbirine indirgenemeyen bu iki tözün
onları kuşatan tek bir hakikat çerçevesinde izah edilip edilmeyeceği tartışma
konusu olmuştur. Schopenhauer da bu sorunun çözümü için çaba sarf etmiştir ve
bu nedenle de irade metafiziğine başvurmuştur. Ona göre nesne dünyasında itibar
içermeyen hiçbir şey yoktur. Bu nedenle her şeyi kuşatan gerçeğin, itibar
içermeyen insanın “ben” tecrübesine dayandırılması gerekmektedir. Ayrıca ona
göre insanın kendisini sürekli olarak isteyen bir varlık olarak tecrübe etmesi
de göz önüne alındığında her şeyi kuşatan metafizik unsurun “irade” olduğu
söylenebilir. İrade hem aklı hem nesneyi aşan bir gerçeklik olduğu dikkate
alındığında Schopenhauer düşüncesinin, batı felsefesi açısından farklı bir
noktaya konulması gerektiği söylenebilir. Bu nedenle makelemizde
Schopenhauer’in irade düşüncesi akıl ve nesne ile ilişki içerisinde ele
alınacaktır. Ayrıca Schopenhauer’a ait hakikat ve akla yönelik yaklaşımın batı
düşünce sürecinde farklı bir noktaya da denk geldiği gösterilmeye çalışılacaktır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 3 Nisan 2016 |
Gönderilme Tarihi | 21 Mart 2015 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2016 Cilt: 16 Sayı: 1 |
E-posta: sbedergi@ibu.edu.tr