Öz: Kuşkusuz tarihin oluşumunda, dini yapılar ile siyasal iktidarlar arasında meydana gelen ve belirli ilkeler çerçevesinde
şekillenen ilişkilerin
önemli bir yeri vardır. Şüphe yok ki bu ilişkilerin seyrini her iki tarafın gücü ve etki alanı belirlemektedir. Bu ilişki biçimi, bazı hallerde siyasal iktidarların
lehine evrilirken, bazen de dini oteritelerin siyasete
yön vermeleri şeklinde tezahür etmektedir. Siyasetin dine yön
vermesi ya da onu kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmasını, İkinci Dünya
Savaşından itibaren Sovyetler Birliği’nin uyguladığı politikalarda bariz bir şekilde görmek mümkündür. Nitekim resmi ateizm ideolojisini benimseyen ve dinsel inançlara karşı amansız bir mücadele yürüten Sovyet rejimi, gerek gördüğünde kiliseyi/dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan geri durmamıştır. Dönemin Sovyet lideri Stalin, İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarından itibaren daha önce
yok etmeye çalıştığı Rus Ortodoks Kilisesi’ni adeta
yeniden inşa etmekle
yetinmemiş, Moskova Patrikliğini Ortodoks dünyanın öncüsü yapmak için ciddi girişimlerde bulunmuştur. Biz bu makalemizde, Stalin’in kilise politikaları ve nedenleri üzerinde durmayı
amaçlamaktayız. Ayrıca Stalin’in
1947’de Moskova Patrikliği üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı
Ortodoks Kiliseler Konseyi’nin ardında yatan nedenler üzerinde duracağız. Son
olarak da bu gelişmeler karşısında Fener
Rum Patrikliğinin izlediği
politikaya değineceğiz.
Özet: Tarih boyunca devletlerin
politikaları dinin etkisi altında kalmış, dinler
de siyasi otoriteleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmiştir. Şöyle ki
bazen din, devleti, bazen de devlet dini etkisi altına almış ve onu kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmaya yeltenmiştir. Zaman içerisinde yaşanan tecrübelerin de etkisiyle din-devlet
ilişkilerini tanımlayan yaklaşımlar ve kavramlar ortaya çıkmıştır. Günümüz
itibarıyla din-devlet ilişkilerini belirleyen kavramların başında kuşkusuz
laiklik gelmektedir. Laiklik ve onun tanımı, bilim çevrelerince çok fazla tartışılmış ve tartışılmaya da devam
etmektedir. Ancak bunca cabalara rağmen bütün siyasi yapıları bağlayıcı,
evrensel bir tanımlamaya ne yazık ki ulaşamamıştır. Hiç şüphe yoktur ki laiklik
ya da din-devlet ilişkilerini
tanzim hususunda devletlerin öznel yapısı, laiklik kavramını tanımlamada
belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu o siyasi yapının benimsediği ideolojiye ve
dünya görüşüne göre değişiklik arz etmektedir. Öyle ki bazı hallerde resmi
ateizm ideolojisine sahip siyasal yapıların dahi laiklik ilkesini çiğnediği görülmektedir. Doğası gereği bu
ideolojiler dinsizliği ilke edinseler de siyasi çıkarları söz konusu olduğunda,
dinden faydalanmaktan da geri durmamışlardır. Buna somut örnek olarak, Ateist
bir ideolojiye sahip Sovyetler Birliğini
göstermek mümkündür. Zira Sovyet rejimi 1943-1948 yılları arasında dini siyasi
çıkarlar doğrultusunda kullanmıştır.
Çarlık Rusya’sı döneminde çok etkin ve yetki olan Rus Ortodoks Kilisesi,
1917 Bolşevik Devrimi ile birlikte gücünü kaybetmiştir. Komünizmi resmi ideoloji olarak benimseyen Sovyet
rejimi, Rus Ortodoks Kilisesi’ni illegal bir kurum haline getirmiştir. Rejim
tarafından illegal konuma getirilen kiliseye yönelik mücadele, İkinci Dünya
Savaşına kadar artarak devem edecektir.
Ancak 22 Haziran 1941 tarihinde Almanların
Sovyetlere savaş ilan etmesi, Stalin’in kilise politikasında revizyona
gitmesine neden olmuştur. Bu tarihten itibaren kiliseye karşı yürütülen
mücadelede bir duraklama dönemi yaşanmıştır.
Hiç şüphe yoktur ki bu politik değişikliğin
birden fazla nedeni vardır. Bunun birincisi, devletin amansız bir savaşın
içerisine girmesidir. Almanlarla savaş halinde iken toplumu manevi açıdan
besleyen din ile mücadeleyi sürdürmek birlik ve beraberlik zeminine zarar vereceğinden Stalin, kiliseye
yönelik olumlayıcı söylem geliştirmeyi tercih etmiştir. Böylelikle Rus
toplumunun direnç ve motivasyonu artacak ve zorlu düşmana karşı Stalin
önderliğindeki rejime sadık kalması sağlanacaktır. Stalin’i kiliseye yönelik
politika değişikliğine
iten sebeplerden bir diğeri ise Alman propagandasıdır. Şöyle ki savaşın ilk
günlerinden itibaren Almanlar kendilerini, Rus halkının kurtarıcısı olarak
tanımlıyordu. Almanlara göre yıllardan beri ateizm ideolojisi altında ezilen
Sovyet halkları, bu savaşta rejimin yanında yer almayacaktır. O nedenle de din
üzerinden bir politika geliştirme yoluna gittiler. Bu amaçla Alman savaş
uçaklarından atılan notlarda Almanya’nın Rus halkını komünizm belasından
kurtarmak için Sovyetlere savaş açtığı iddia edilecektir.
Dolayısıyla Stalin, Kiliseye yönelik katı tutumundan
vazgeçerek söz konusu propagandayı boşa çıkartmaya çalışacaktır. Stalin’in
kilise politikasında yaptığı değişikliğin bir diğer önemli nedeni, onun, Alman
ordularına karşı Batılı devletlerden destek beklentisi
içerisinde olmasıyla ilgilidir. Zira başta Amerika
Birleşik Devletleri olmak üzere diğer Batılı ülkeler, Sovyetler Birliği’ne
olumsuz bakmaktaydılar. Stalin, dine yönelik ılımlı politikalar ile bu algıyı
kısmen dahi olsa ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Nitekim bu hususta da başarılı olduğunu söylemek mümkündür.
İkinci Dünya Savaş’ı Sovyetler Birliği’nin zaferiyle sonuçlanacaktır.
Ancak Stalin, Savaş bittikten sonra da kiliseyi kullanmaya devam edecektir.
Peki, neden Stalin bir taraftan ateizm ideolojisini
yaşatırken diğer yandan da kiliseyi yeşertmeye
çalışmıştır? Stalin’in savaş sonrası uyguladığı kilise politikasının birden
fazla nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi, Rus Ortodoks Kilisesi üzerinden
Sovyet etkisini tüm Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasına yaymaktır. Kuşkusuz bu
durum Sovyetlerin uzun vadeli politikalarıyla ilişkilidir. Muhtemeldir ki bu
düşünce, İkinci Dünya Savaşı’nın Sovyetler lehine değişmeye yüz tuttuğu 1943’ün
Sonbaharından itibaren şekillenmeye başlamıştır. Zira savaş dünyadaki tüm dengeleri değiştirmiş ve
Sovyetlerin önüne yeni fırsatlar sunmuştur. Bunların başında da özellikle
Ortodoks dünyasının Sovyet etki alanına alınması gelmektedir. İşte buna yönelik
adımların 1945 yılından itibaren atılmaya başlandığı görülmektedir. Stalin’i Rus Ortodoks Kilisesi
ile işbirliğine iten bir diğer sebep, Vatikan’ın öteden beri uygulayageldiği
Sovyet karşıtı politikalardır. Stalin Vatikan’a yönelik mücadelesini Ortodoks
dünyayı bir merkezde toplamak suretiyle Moskova Patrikliği üzerinden yürütmeyi hedeflemiştir.
Hiç şüphe yok ki bu duruma, İkinci Dünya
Savaşı sonrası ortaya çıkan Batı ve Doğu olmak üzere dünyanın iki bloka
ayrılmasının da katkısı olmuştur. Söz konusu mücadelede Ortodoks dünyası adeta iki kampa ayrılacaktır. Bir tarafında Fener Patrikhanesi öncülüğünde
Yunan, Kıbrıs ve Kudüs Ortodoks kilisesi Amerikan
etkisi altına girerken, Moskova Patrikliği
öncülüğünde Sırp, Bulgar ve Antakya Ortodoks Kiliseleri Sovyet etkisi altında
kalmıştır. Bu süreçte,
her iki blok yani Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, siyasi ve ekonomik güç kullanarak
Ortodoks Kiliseleri kendi etki alanı altına almaya çalışmıştır. İşte bu ve buna benzer nedenlerden
dolayı, 1917 Bolşevik Devrimi’nden beri kiliseye yönelik en acımasız
politikalar yürüten Sovyet rejimi, yok etmeye çalıştığı kiliseye yeniden ihya
etmiştir. Sovyet tarihinde Stalin’in
Kilise Açılımı olarak yer alan bu tecrübe, laiklikten öte dinsizliği resmi bir ideoloji olarak benimseyen bir
rejiminin dahi gerektiğinde, dini/kiliseyi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını/kullanabileceğini gözler önüne
sermektedir. İşte bu çalışma Sovyetler Birliğinin ateizm ideolojisine rağmen
Rus Ortodoks Kilisesini nasıl kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını
irdelemektedir.
Abstract: Undoubtedly, in the formation of history,
relations between religious structures and political powers, which are shaped
within certain principles, have an important place. The course of these relations
determines the strength and domain of both sides. This form of relationship, in
some cases, evolves in favor of political power, and sometimes manifests itself
as a political direction of religious interests. It is possible to see politics
as a direction of religion or to use it in the direction of its own interests
in the politics that the Soviet Union has implemented since the Second World
War. As a matter of fact, the Soviet Union, which has embraced the ideology of
official atheism and struggled against religious beliefs, did not stop using
religion/church for conjuration in its own interests. In this context, The
Soviet leader Stalin has almost reconstructed the Russian Orthodox Church,
which he had been trying to destroy since the early years of the Second World
War. Even, Moscow has made serious attempts to make Patriarchate the pioneer of
the Orthodox world. In this article, we aim to emphasize Stalin’s church politics and reasons. We will also
stress the reasons behind the Council of the Orthodox Churches, which Stalin
sought to achieve through the Moscow Patriarchate in 1947. Finally, we will
touch on the policy of the Fener Greek Patriarch against these developments.
Summary: Throughout history, politics of states have
been under the influence of religion. Likewise, religions have directed
political authority in the direction of their own interests. Sometimes a religion
takes the state under its influence; sometimes under a state takes a religion
under the influence and they try to use the other one in the interests of itself.
Concepts that define religion-state relations have emerged under the influence
of experiences experienced over time. Secularism is at the head of the concepts
that determine religion-state relations today. What secularism is and how it is
practiced is much debated in the scientific circles. Despite all these
struggles, however, no binding definition has been reached for all political
issues. Certainly, the subjective structure of states plays an important role
in regulating religion-state relations. The political ideology adopted by this
political structure and the world view varies. Sometimes political structures
with official atheist ideology can break the principle of secularism. While
these ideologies are ungodly in their nature, they benefit from political
interests. As an example, it is possible to show the Soviet Union with an
atheist ideology. Because the Soviet regime used religion in the direction of
political interests between 1943-1948.
The Russian Orthodox Church, which was very
active and competent during the reign of Tsarist Russia, lost its power with
the Bolshevik Revolution in 1917. The Soviet regime has made the Russian
Orthodox Church an illegal institution. The struggle against the church by the
regime continued until the Second World War. With the Second World War,
Stalin's church politics changed.
There is no doubt that this political
change has become more than one reason. The first is that the state has entered
into a war. Stalin did not want to continue the struggle with religion while
the war was going on. Another reason for pushing Stalin for a policy change
towards the Church is the anti-Soviet propaganda carried out by the Germans. As
a matter of fact, the Germans defined themselves as the savior of the Russian
people. It was also alleged that Germany was waging a war against the Soviets
in order to free Russian people from communism. Even brochures were taken from
the airplanes in this frame. The Germans aimed to break the resistance of the
Russian people with this method. Stalin acted to ward off this propaganda of
the Germans. Stalin therefore had to keep an eye on church politics and stopped
the oppression against the church. In this framework, opportunities were
provided for the Russian Orthodox Church. For example, have been approved to
organize rites in churches. The priests are encouraged to strengthen hand the
people. Also closed churches have been reopened by Stalin. In this way the German
propaganda has been wasted.
The Second World War ended with the victory
of the Soviet Union. Stalin, however, continued to use the church after the war
was over. So why did Stalin continue to support the church as an atheist? What
were the reasons for pushing Stalin into this policy? Stalin's post-war church
policy has multiple causes. The most important of these is spreading the Soviet
influence over the entire Balkans and Middle East geography through the Russian
Orthodox Church. Undoubtedly this is related to the long-term policies of the
Soviets. Because the war has changed all the balances in the world. This has
given new opportunities to the Soviets. At the beginning of these, the Orthodox
world comes to the Soviet influence. It seems that the steps towards this have
been started to be started from 1945. In this context, the Russian Orthodox
Church found important activities. For example, the Moscow Patriarch has
established relations with other Orthodox Churches. Jerusalem, Athens, Cyprus,
Antakya churches were visited. In the end, an attempt was made to collect the
Orthodox Council.
The struggle of the Western and Eastern
bloc emerged after the Second World War divided the Orthodox world into two
camps. In this process, the Greek, Cyprus and Jerusalem Orthodox churches under
the leadership of the Fener Patriarchate were under American influence. The
Serbian, Bulgarian and Antiochian Orthodox Churches under the leadership of the
Moscow Patriarchate were under Soviet influence. For these reasons, the Soviet
regime, which has been fighting for the Church since the Bolshevik Revolution
in 1917, has given up its position. It is understood from this historical fact
that a regime adopting irreligion as an official ideology uses religion in its
own interests as needed. This indicates that secularism is relative. This study
will try to show how the Soviet Union uses the Russian Orthodox Church in its
own interests despite the atheism ideology.
Konular | Din Araştırmaları |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2017 |
Gönderilme Tarihi | 7 Temmuz 2017 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2017 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.