Düşünce tarihinde Tanrı’nın varlığını ispat etme gayretleri, özellikle felsefe ve ilahiyatın temel problemlerinden biri, hatta en önemlisi olmuştur. Tanrı’nın varlığını ispat etmek için ortaya konulan deliller, din felsefesi problemlerinin merkezini oluşturmaktadır. Delillerle sadece din felsefesi değil, aynı zamanda teoloji-kelam ve İslâm felsefesi gibi disiplinler de ciddi bir şekilde ilgilenmektedir. Felsefe tarihine bakıldığında, hemen bütün filozofların Tanrı’nın varlığının lehine ve aleyhine delillerle ilgilendikleri açık bir şekilde müşahede edilmektedir. Özellikle son dönemlerde dinî tecrübenin de Tanrı’nın varlığına dair deliller arasında sayıldığı sıklıkla görülmektedir. Dinî ve mistik tecrübe alanındaki çalışmalar, dinî tecrübenin bir delil olarak kullanılmasıyla ilgili bir çok argüman ortaya çıkarmıştır. Ancak bu çalışma, bu argümanların tamamını incelemekten ziyade, sadece duyu tecrübesi ve saf bilinç iddialarıyla sınırlandırılmıştır. Bu çalışmada ilk olarak, duyu tecrübesi ile dinî tecrübe arasında kurulan analoji, daha sonra ise mistiklerin birtakım yöntemlerle bilincin boşaltılabileceğini savunan saf bilinç iddiaları ele alınacaktır. Ayrıca iki yaklaşımın ortak noktası olan mistik tecrübelerin geçerli olduğuna ilişkin görüş savunulmaya çalışılacaktır. Çalışmanın temel vurgusu, bu argümanların Tanrı’nın varlığı için delil olarak kullanılabileceği olacaktır.
Özet: Tanrı’nın varlığına dair klasik delillerden sayılmayan ama son dönemlerdeki çalışmalarda popülerlik kazanan dinî tecrübe de deliller arasında anılmaya başlamıştır. Dinî tecrübeye deliller arasında son dönemlere kadar yer verilmeyişinin en önemli nedeni, onun kişisel bir tecrübe olması, dolayısıyla öznel unsurlar içermesidir. Ancak dinî tecrübeye yönelik eleştirilerin onu öznelliğe mahkum edilmesini kabul etmeyen birçok araştırmacı, bu tür tecrübelerin nesnellik taşıyan yönlerini ön plana çıkararak, dinî tecrübenin önemine vurgu yapmışlardır. Bu vurgu sadece onun önemi üzerine olmamış aynı zamanda bilişsel bir özellik taşıdığı ve dolayısıyla Tanrı’nın varlığı için bir delil oluşturabileceği üzerine de olmuştur.
Dinî tecrübe delili genel olarak, insanın yaratıcı veya kutsal kabul ettiği Varlık karşısında yaşadığı manevî tecrübeler, Tanrıyla karşılaşma, birleşme, benliğini O’nda yok etme gibi farklı hislerden hareket ederek, Tanrı’nın varlığını ispat etme gayreti olarak tanımlanabilir. Bu tür çabaların özellikle XVIII. Asırdan sonra ortaya çıkması, delilin tarihinin çok eskilere dayanmadığını da göstermektedir. Ancak delil olarak olmasa bile, dinî ve mistik tecrübe konusunun izlerini Budizm, Hinduizm gibi dinlerin tarihine kadar geri götürmek mümkündür. Batı’da dinî tecrübe alanında yapılan çalışmaların yoğunluğu dikkate alındığında, Türkiye’de bu tür çalışmaların henüz başlangıç seviyesinde olduğu rahatlıkla görülebilir. Böyle tartışmalı bir konunun seçilmesindeki temel amaç, dinî tecrübeye dair alanın daha canlı bir hale getirilmesinin yanı sıra, Tanrı’nın varlığına bir delil olarak dinî tecrübenin kullanılıp kullanılamayacağını göstermektir.
Bu çalışmanın ilk başlığı, Walter T. Stace’in İttifak(Oydaşlık)Argümanı, Richard Swinburne’ün Safdillikİlkesi, William P. Alston’ın Tanrı’yıAlgılamak, John Hick’in …gibitecrübeetmekvb. argümanlar gibi çok farklı iddiaları da içerecek bir niteliktedir. Ancak birbirlerinden çok farklı iddiaları kısaca vermek yerine, bu iddiaların dışında, daha az tartışılmış olan ve daha detaylı bir şekilde verilebilecek iki argümanın esas alınması tercih edilmiştir. Bunlardan ilki, dinî tecrübe ile duyu tecrübesi arasında kurulan analojiyi esas alan argümandır.
Bu argümanın iddiasının temel hareket noktasını duyu tecrübeleri oluşturmaktadır. Duyu tecrübesi ile dinî tecrübe arasındaki benzerliklerden yola çıkarak dinî tecrübenin de bilişsel olduğu ve Tanrı’nın varlığına bir delil teşkil edebileceği iddia edilmektedir. Başka bir ifadeyle, duyu tecrübesinin algısal ve noetik yani bilişsel olması, dinî tecrübeye benzetilen yönü olarak düşünülmüştür. İster hayali ister gerçek olsun, neticede tecrübe, bir nesneye sahip olmak ve bir şeyin tecrübesi olmak durumundadır. Bu nedenle dinî tecrübe, tecrübe eden bireyin ötesinde ve onu aşan Aşkın bir Varlığın algısını içermektedir. Elbette ki duyu tecrübesindeki algı ile dinî tecrübede kullanılan algı birbirlerinden farklı olacaktır. Kutsal Varlığın algılanmasında beş duyu organının geçerli olmadığını düşünen araştırmacılar, algıya daha geniş ve farklı anlamlar yüklemişlerdir. Böylece algının anlam haritasının genişletildiği bu yaklaşımda, insanın aşkın, sonsuz ve sınırsız olan Tanrı’yı algılayabileceği ve bunun da epistemolojik anlamda açıklanabileceği ileri sürülmüştür. Dinî tecrübelerin Tanrı’nın varlığına bir delil olarak kullanılabilmesi için bu tür tecrübelerin başka bir şeyden değil de Tanrı’dan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespit edilmesi gerekir. Bu da dinî tecrübenin geçerliliği sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu alandaki araştırmacılar, dinî tecrübenin geçerli olup olmadığını tespit etmek için çeşitli kriterler ileri sürmüşlerdir. Dinî tecrübe olduğu iddiasını taşısa bile, kriterlere uymayan tecrübeler geçerli olarak kabul edilmezler.
İkincisi ise saf bilinç olaylarından hareket ederek, Tanrı’ya dair bir delil ortaya konulup konulamayacağını tartışan argümandır. Bu argüman ise genel olarak, mistik veya sûfînin bilincini tüm duyusal içeriklerden boşaltıp dünyevî arzu ve isteklerden uzaklaştırması sonucunda, bilincinin saflaştığını ve böylece bilincin saf haliyle Tanrısal olanı tecrübe ettiğini iddia etmektedir. İlahî olanın tecrübesinin vasıtasız, dolayısıyla yorumsuz olduğunu, saf bir bilinç tarafından tecrübe edildiğini öne süren argüman, mistiklerin bilinçlerini görme, işitme, tatma gibi duyusal niteliklerden arındırabileceklerine inanır. Mistiklerin bilinçlerindeki duyusal suretleri boşaltıp onlardan kurtulmalarının mümkün olduğu ve böylece arzu ve isteklerinin kaybolabileceği dile getirilir. Özellikle perenniyalist felsefe geleneğine bağlı ve bu yaklaşımı savunan düşünürler, dünyanın farklı yerlerinde farklı zaman dilimlerinde birbirlerinden bağımsız farklı din kültür ve inançlara sahip kişilerin aynı tecrübeye sahip olduklarını, bunun da ortak öz olarak nitelenebileceğini öne sürerek bu tür tecrübelerin evrensel bir nitelikte olduğunu düşünmüşlerdir.
Saf bilinç olaylarının her yerde aynı olduğu iddiası, çeşitli açılardan eleştirilere uğramış olsa bile, bu yaklaşımı savunanlar aslında tecrübenin aynı ortak özü taşıdığını fakat yorumun farklılaştığını savunmuşlardır. Tecrübe ve yorum arasında kurulmaya çalışılan bu ilişki, hem saf bilinç iddialarını ortaya atan düşünürleri hem de bunun karşısında duran araştırmacıları önemli derecede uğraştırmıştır. Çünkü tecrübe ve yorum arsındaki ilişkiyi incelemek, sosyo-psikolojik, kültürel ve dinî alanlarda ciddi çalışmalar yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, makalenin sınırlarını aşmamak için tecrübe ve yorum arasındaki ilişkiye kısaca değinilmiştir.
İki argüman da ele alınırken, argümanların temel iddiaları dile getirilmeye gayret edilmiş ve mümkün olduğu kadar bu argümanlara yöneltilen eleştiriler dikkate alınmamıştır. Ancak çok önemli görülen ve tartışmanın daha iyi anlaşılması için, yer yer bazı eleştirilere de kısaca değinilmeye çalışılmıştır. Çoğunlukla Batı eksenli olan bu tür iddialar, kendi çerçevesinde ele alındığı için, farklı kültürlerdeki iddiaların karşılaştırılması çalışmanın dışında tutulmuştur.
Din Felsefesi Tanrı Mistik Dinî Tecrübe Delili Duyu Tecrübesi Saf Bilinç
The efforts to prove God's existence in the history of thought have been one of the fundamental problems of philosophy and theology, and even the most important one. The evidences put furword to prove the existence of God constitute the center of philosophy of religion’s problems not only philosophy of religion, but also the disciplines such as theology-kalam and Islamic philosophy are also seriously concerned. When we look at the history of philosophy, it is clear that almost all philosophers are interested in the evidence in favour of and against the existence of God. Especially in recent times, religious experience has often been regarded as evidence of the existence of God. Studies in the field of religious and mystical experience have put forward many arguments concerning the use of religious experience as evidence. However, this study has been limited to experience of sense and pure consciousness claims rather than examining all of these arguments. In this study firstly, the analogy between experience of sense and religious experience will be deal with, and then claims that conciousness can be emptied by a number of methods which are defended by mystics. In addition, it will be tried to defend the opinion that the mystical experiences which are the common point of the two approaches are valid. The main emphasis of the article will be that these arguments can be used as evidence for the existence of God.
Summary: Religious experience - which has not been considered as one of the classical evidences regarding the existence of God before being popular by recent studies – is started to be called one of the arguments. The most important reason for not arguing religious experience among the evidences of God’s existence is that it is a personal experience and therefore contains subjective perspectives. However, many researchers, who refuse to accept the criticism raised against religious experience with restricting to subjectivity, emphasized the importance of religious experience by highlighting the objective aspects of such experiences. This emphasis was not only on its significance, but also on the fact that it had a cognitive feature and thus it could provide evidence for the existence of God.
The argument of religious experience is generally defined as an effort for demonstrating to existence of God with reference to several feelings such as spiritual experiences of human in face of creator and sacred Being, encounter with God, uniting, and annihilating selfness in Him. The emergence of such efforts, especially after the XVIIIth century, indicates that the history of the evidence does not go back much earlier. However, even if notas evidence, it is possible to extend the traces of religious and mystical experience to the history of religions such as Buddhism and Hinduism. Considering a great amount of the previous literature focused on religious experience in the West, It is easily seen that such research is still new. The main purpose in addressing such a controversial issue is to make the argument on the religious experience more current and to show whether the religious experience would be able to use as evidence for the existence of God.
First title of this study comprises many different claims such as Walter T. Stace’s The Argument from Unanimity Richard Swinburne’s The Principle of Credulity, William P. Alston’s Perceiving God, John Hick’s Experience-as. However, instead of briefly giving out very different claims, the study chooses to focus on two arguments which are less discussed and can be given in more detail. The first is the argument based on the analogy between the religious experience and the sense experience.
The fundamental point of this argument is sense experience. With reference to the similarities between the sense experience and the religious experience, it can be argued that religious experience is also cognitive and may function as an evidence for the existence of God. In other words, being perceptual and noetic, namely cognitive, of sense experience is addressed as a similar side of religious experience. Whether it is imaginary or real, eventually, it is necessary for an experience to have an object and being experience of something. Therefore, the religious experience includes the perception of a Transcendent Being that is beyond and in excess of the individual who experiences. Perception of the sense experience will definitely be different from the perception of religious experience. Researchers who think that the five sense organs do not run the perception of Sacred Beings, identified broader and various meanings for the perception. Thereby, in this approach, where the semantic field of perception is expanded, it was contended that human beings were able to perceive the transcendent, eternal, and unlimited God, and this can be explained in the epistemological sense. In order to use religious experiences as an evidence for the existence of God, it is necessary to determine whether such experiences are caused by God rather than something else. This raises the issue of the validity of religious experience. The researchers in this area have propounded various criteria to identify whether religious experience is existed or not. Experiences, which do not meet the criteria, are not considered existed even if they claim to be religious experience.
The second is the argument that discusses whether it is possible to suggest an evidence for the existence of God by utilizing pure consciousness events. In general, this argument claims that the consciousness gets clear, and thus, mystic or Sufi experiences the Divine One with pure consciousness by discharging consciousness from all sensual contents and removing it from secular desire and wishes. The argument, which claims the experience of Divine One is direct, therefore uninterpretable, and experienced by pure consciousness, believes clearing the consciousness of mystics from sensual qualities such as seeing, hearing, and tasting. It is stated that it is possible for mystics to empty their sensory images and get rid of them, and thus, their desires and wishes could be lost. Especially, the thinkers who are connected with the philosophy of perennialism and defend this approach, thought that people, who have distinct religion, culture, and beliefs in different parts of the world and in various time periods, had the same experience and considered such experiences were universal by suggesting that this similarity could be called as common essence.
Even though the claim which offers that the events of pure consciousness are the same everywhere have been criticized in many respects, the advocates of this approach have argued that the experience has the common essence, but the interpretation is different. This relationship, which was tried to be established between experience and commentary, caused a lot of work for both the thinkers who put forward the claims of pure consciousness and the researchers who opposed it. However, examining the relationship between experience and interpretation requires serious studies in socio-psychological, cultural and religious fields. Therefore, in order not to exceed the limits of the article, the relationship between experience and interpretation is briefly mentioned.
While discussing two arguments, the main claims of the arguments were addressed, and the criticisms directed to this argument were not discussed as much as possible. However, some fundamental criticisms have been mentioned shortly for a better understanding of the discussion. Since such western-oriented claims mostly were deployed in a western context, the study excluded the comparison of the claims across different cultures.
Philosophy of Religion God Mystic Argument from Religious Experience Experience of Sence Pure Consciousness
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2018 |
Gönderilme Tarihi | 26 Temmuz 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 22 Sayı: 3 |
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı (CC BY NC) ile lisanslanmıştır.