I. ve II. Dünya Savaşı Avrupalı güçlerin kendi içlerinde çıkardıkları savaşlar olmalarının yanında; birinci dünya savaşı sonunda ekonomik ve emperyal özelliğini, ikinci dünya savaşından sonra da siyasi ve askeri gücünü nispeten yeni bir devlet olan ABD’ye kaptıran bir Avrupa kıtasından bahsediyoruzdur. Bu anlamda her iki savaşın çıkışı itibarıyla da ancak özellikle sonuçları yönünden Avrupa açısından tam bir trajedi ile sonuçlanmıştır. Bu trajediyi atlatmak kolay değildir. Ancak, Avrupalı liderler özellikle ikinci dünya Savaşı’ndan sonra bu trajik durumu Avrupa Birliği’ne evrilecek olan büyük bir proje ile aşmaya çalışmışlardır. Ve belli bir oranda da aşmıştır. Sovyet Bloku’nun çökmesiyle, Sovyetlerin otokratik yönetiminden bıkmış Avrupa, fakir halklar için bir umut kaynağı olmuştur. Nitekim aynı umut 2000’li yılların başında Türkiye ile yürütülen tam üyelik müzakereleri ile Türkiye açısından da geçerlidir. Fakat 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin adeta BM kararlarını ve iradesini hiçe sayarak attığı saldırgan dış politika, bu durumu yavaş yavaş tersine çevirmeye başlamıştır. Yine 2008 yılında başlayan ekonomik depremler ve daha sonra Arap Baharı süreci bunu hızlandırmıştır. Ve son olarak da bütün dünya ölçeğinde ekonomik olarak sıkıntının hissedildiği ve sağlık sisteminin ciddi manada sınandığı koronavirüs salgını süreci daha da belirgin hale getirmiştir. Özellikle 2010’dan sonra başlayan yeni aşırı sağ dalga Avrupa siyasetini ötekine açılan kapıları kapatmaya giden bir sürecinde hızlanmasına sebep olmuştur. Oysa aşırı sağ hatta ırkçı yaklaşımların Avrupa’nın ve yakın çevresinin hayrına olmadığı tarihi tecrübeler ile sabittir. Nazizm bunun en somut örneğidir. Avrupa açısından bir zamanlar birçok önemli siyasetçinin ismi siyaset üretme ve adından söz ettirme gibi seviyelerde kendini oldukça fazla hissettirirken; bugün Ukrayna-Rusya krizinde dahi ürkek bir tavır sergileyen Avrupa siyaseti ile karşı karşıyayızdır. Bir zamanlar dünyada birkaç siyasi manevra ustası denilebilecek Avrupalı liderler varken bugün daha popülist ve içe kapanık siyaseti savunan siyasetçi tipi fazlalaşmaya başlamıştır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra artık İngiltere dahi üzerinde ‘güneş batmayan ülke’ konumunu yitirmiştir. Artık finans dünyası Avrupa’dan değil ve Avrupalı büyük iktisatçıların teorileri değil; Amerikalı büyük finans merkezlerinin ve pratik faydacı piyasa yapıcıların elinde şekillenmeye başlamıştı. Siyaset teorisi dahi artık ABD üniversitelerinin eline geçmiş ve daha pratik amaçlar adına teoriler geliştirilmeye başlanmıştı. Avrupa açısından hangi alandan bakılırsa bakılsın sonuçları itibariyla bir itibar kaybı yaşandığı gibi gerçek manada bir trajik bir durum söz konusuydu.
Karşılaştırmalı Siyaset Teorisi Kültürlerararası Öğrenme Açık Medeniyet Avrupa Masası
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Avrupa Çalışmaları, Uluslararası İlişkiler Kuramları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Kasım 2022 |
Gönderilme Tarihi | 15 Ekim 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Sayı: 17 |