Öz
Birinci Dünya Savaşı’nın gündelik hayata tezahür eden ayırt edici yanlarından biri savaş sonrası evlerine dönen askerlerin karşılaştıkları tekinsiz dünyanın ilerleyen yıllarda sanatsal eğilimlerde doruğa ulaşacak dışavurumcu akım üzerinde güçlü etkiler bırakmış olmasıdır. Buna göre, hafızalara kazınan uzun siper bekleyişleri ve kimyasal gaz saldırılarıyla endüstriyel savaşın tüm acımasızlığını deneyimleyen eski askerlerin evlerine döndüklerinde yüzleşmek zorunda kaldıkları yegâne gerçek, sefaletten başkaca bir şey değildir. Bu minvalde yüzyılın ilk çeyreğinde Fransa, Rusya, Çekoslovakya, Polonya ile kısmen Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde etkili olan dışavurumcu sinema akımı Alman sinemasında derin izler bırakmıştır. Zira kitlelerin ruhunu ele geçiren karamsarlık ve ideolojik bunalımlar, dışavurumcu sinema filmleri aracılığıyla sanat yapıtlarına yansıtılmıştır. Bu filmlerde, kitlelerin içine savurulduğu karamsarlık kentler ve kentleri tamamlayan mimari yapılarda somutlaşırken, filmleri tamamlayan tüm bu unsurlar dramatik anlatılarda öne çıkan endüstriyel ruh aracılığıyla temsil edilmiştir. Bu çerçevede çalışmanın birinci aşamasında savaş sonrası dışavurumcu sinema anlayışı odağa alınmakta ve endüstriyel uygarlığın bir sonucu olarak kavranan distopik dünya tahayyülüne yönelik kötümserliğin kaynakları tartışılmaktadır. Bu maksatla öncelikle Fritz Lang’in Metropolis-1927 adlı filminde doruğa ulaşan tekno-totaliter gelecek tasavvuru irdelenmektedir. Diğer yandan dışavurumcu sinemanın tekno-totaliter gelecek tasavvuru, çalışmanın ikinci aşamasını oluşturan Tarik Saleh’in Metropia-2009 adlı animasyon filmiyle yeniden hatırlanmakta ve her iki film mizansen unsurları odağa alınacak şekilde karşılıklı olarak incelenmektedir. Çalışma neticesinde iki filmin dramatik anlatı ve tekno-totaliter gelecek tahayyülü bakımından önemli oranda benzeştiği ancak mizansen eleştirisi çerçevesinde dramatik anlatının sunuluşunda bir dizi farklılığın göze çarptığı sonucuna varılmıştır.
Savaş Sinema Fütürizm Makine Estetiği Tekno-Totaliter Gelecek
Makale, Etik Kurul İzne Gerektirmemektedir.
Makaleyi Destekleyen Kurum Yoktur.
Yoktur
Yoktur.
Abstract
One of the distinctive aspects of the First World War that manifested itself in daily life is that the uncanny world encountered by soldiers returning home after the war had a strong impact on the expressionist movement, which would reach its peak in artistic tendencies in the following years. Accordingly, the only reality that former soldiers have to face when they return home, having experienced all the brutality of industrial war with long trench waits and chemical gas attacks that are etched in their memories, is nothing but misery. In this regard, the expressionist cinema movement, which was influential in France, Russia, Czechoslovakia, Poland and partly in Britain and the United States in the first quarter of the century, left deep traces especially in German cinema. Because the pessimism and ideological crises that captured the soul of the masses were intensely reflected in works of art through expressionist cinema films. In these films, the pessimism that the society is thrown into is embodied in the cities and the architectural structures that complement the cities, while all these elements that complete the films are represented through the industrial spirit that stands out in the dramatic narratives. In this context, in the first stage of the study, the post-war expressionist cinema approach is focused on and the sources of pessimism towards dystopian world imaginations conceived as a result of industrial civilization are discussed. For this purpose, the techno-totalitarian future imagination that reaches its peak in Fritz Lang's movie Metropolis-1927 is examined. On the other hand, the techno-totalitarian future imagination of expressionist cinema is remembered again with Tarik Saleh's animated film Metropia-2009, which constitutes the second phase of the study, and the mise-en-scène elements that make up both films are examined mutually, focusing on them. As a result of the study, it is concluded that dramatic narrative and techno-totalitarian future imagination are significantly similar, but a number of differences stand out in the presentation of the dramatic narrative within the framework of mise-en-scène criticism.
War Cinema Futurizm Machine Aesthetics Tecno-totalitarian Future.
Yoktur
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | İletişim Çalışmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Proje Numarası | Yoktur |
Yayımlanma Tarihi | 30 Mayıs 2024 |
Gönderilme Tarihi | 8 Ocak 2024 |
Kabul Tarihi | 7 Mart 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 9 Sayı: 1 |