Öz
Çalışmamızın konusu, Osmanlı hukukçusu ve Adliye Nâzırı Ali Haydar Efendi’nin “Risâletü fî Kazâi’d-Düyûn ve İktizâühû” adlı eserinin “Deynin Sûret-i İdaresi ve İcârenin Ehad-i Âkideynin Vefatı Hâlinde Adem-i İnfisâhı Hakkındaki Ahkâm” başlıklı makalesinin Birinci Risâle’si olan “Maʽdenî Altınla Sâbit Olan Düyûnun Maʽdenî Altın İ’tâsıyla Te’diyesi Lâzım Geleceğine Dâirdir” başlıklı kısmında yer verdiği görüşleridir. Yazar, 1331 ve 1332’de çıkarılan kanunlarla, borçların ödenmesinde evrâk-ı nakdiyyenin Osmanlı mâlî sisteminde zorunlu ödeme aracı kabul edilmesinin sonuçlarını ele almıştır. Kanun’dan önce altın üzerinden akdedilen borç sözleşmelerinin ifası, düzenlemelerden sonra kâğıt parayla yapılmak zorundaydı. Kanunlardan biri, 31 Ekim 1915 (18 Teşrînievvel 1331) tarihli “Evrâk-ı Nakdiyye Kanunu”; diğeri, 8 Nisan 1916 (26 Mart 1332/5 Cemâziyelâhir 1334) tarihli “Tevhîd-i Meskûkât Kanunu”dur. Ancak borç sözleşmelerinde borcun konusu altın veya gümüş gibi kendi değeri olan madenlerse, alacaklı için bunun aynen ödenmesi önemlidir. Borçlu ise, kâğıt parayla ifayı tercih eder. “Evrâk-ı Nakdiyye Kanunu”ndan önce kurulan fakat Kanun’dan sonra ödenecek olan borçlarda Ali Haydar Efendi, ortaya çıkan karışıklığa çözüm önermiştir. Sorun temelde, 1331 ve 1332 tarihli düzenlemelerin yürürlüğe girmesinden önce yapılan borç sözleşmelerinde ifası gereken borcun altın mı, yoksa evrâk-ı nakdiyye olarak mı ödeneceğidir. Risâlenin giriş kısmında 1331 (1915-1916) ve 1335 (1919) olmak üzere iki tarih vardır.