Osmanlı
Devleti’nin resmî düşüncesi, yüzyıllar boyu süreklilik gösteren siyasî
geleneğin anlaşılması bakımından önemli bir konudur. Bu düşüncenin oluşumuna,
Osmanlı’dan önceki Türk-İslam devlet geleneğinin siyasî, İslâm’ın da dinî
değerleri önemli katkılar sağlamıştır. Kuruluşundan itibaren heterojen bir kültüre
sahip olan Osmanlı Devleti’nde hükümdarların bu renkli yapıyı Sünnîlik çatısı
altında birleştirmeye çalıştıkları görülmüştür. En kapsamlı düzenlemeyi yapan,
büyük bir imparatorluk mirasını devralan ve bunu Türk-İslam Medeniyeti
etrafında yeniden şekillendirmeye çalışan Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet
olmuştur. Onun bu ideali gerçekleştirmesinde en büyük yardımcıları ise,
siyasetinin vasıtası haline getirdiği ilmiye sınıfı mümessilleri olmuştur. Bu
yazıda Osmanlı Devleti’nin resmî düşüncesinin oluşum ve gelişiminde etkili olan
siyaset-hukuk birlikteliği ortaya konmaya çalışılacaktır. Dolayısıyla konunun
siyasî boyutu, tarihî arka planıyla ortaya konup, bu sürecin tamamlayıcısı olan
medrese-hukuk bağlantısıyla birlikte ele alınacaktır. Zira devletin kurumsal
gelişmesine paralel olarak kontrol mekanizması içerisine yerleştirilen
medreseler ve tabiatıyla genelde medreseliler sınıfı (ulemâ), özelde de hukuk
âlimleri resmî düşüncenin fikrî dayanağını oluşturmuştur. Osmanlı tarihinde bu
yapıyı olgunlaştıran Fatih Sultan Mehmet olmuştur. Güçlü hükümdar modelini inşa
ve bunu da başarıyla temsil eden Fatih ile fıkıh sahasının otoritelerinden olan
Molla Hüsrev’in siyasî-hukukî tecrübeleri, bir taraftan devletin temel
dinamiklerini güçlendirirken, diğer taraftan siyasete de hukukî bir meşrûiyyet
sağlamıştır. Onların gayretleri büyük ölçüde Sünnîlik yapısını güçlendiren
büyük bir imparatorluk gelişimine yardım etmiştir. Bu çerçevede Fatih’in Molla
Hüsrev’den, Muʻtezile’nin niteliğini ortaya koymak için talep ettiği tefsir
hâşiyesi bu yapının geliştirilmesi yolundaki gayretler anlamında düşünülebilir.
Buradan hareketle devletin resmî düşüncesinin, İslam dünyası içerisinde gelişen
Sünnîlik dışındaki bütün dinî-mezhebî akımlardan arındırılmak istendiği
söylenebilir. “Zamanımızın Ebû Hanife’sidir” hitabının sahibi olan hükümdar ile
bu sözün muhatabının siyasî-hukukî mesailerinin niteliğini ortaya koyabilmek,
Osmanlı Devleti’nin tevârüs ettiği birikimin sonraki yüzyıllar için taşıdığı
anlam bakımından büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü devlet, oluşturduğu bu
yapıyı uzun yüzyıllar korumayı başarmıştır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2019 |
Gönderilme Tarihi | 12 Kasım 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 10 Sayı: 3 |
Bu eser Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.