From the day it appeared, mankind has always been controlled by the divine will. As a result, this being, which is the most beautiful creation, has sometimes been disoriented and has been directed to make some mistakes. In such cases, Allah has repeatedly reminded man of what he should and should not do through the messengers he has sent. The Qur’ān, has used some effective means for people to accept the divine truths and convert them into a lifestyle as needed in this direction. One of the most important of these effective means is parables. The parable, which refers to the telling of events related to the target audience, people or anything by following them step by step, has a very important place in the Qur’ān. The parables convey the desired message or meaning within a certain plot, as well as have the property of making quite abstract non-existent matters even more visible through events or individuals. For this reason, the parables have always been considered important and valuable for sufis. In this context, they have applied to parables, given their messages through them in order to teach their followers the truths born in their hearts in their chat assemblies and penned works, and thus used them as a means on the way to the truths. The parable in which the information about Dhū al-Qarnayn is mentioned in the Qur’ān is also one of the stories that the sufis dwell on. However, it has been observed that the sufi people did not focus too much on the parable of Dhū al-Qarnayn and that many of them did not even touch on this story in their works. Since we don't have any concrete data yet on why this may have been caused, it seems unlikely that we can say anything about it for now. In classical exegeseis the verses related to Dhū al-Qarnayn were mostly evaluated through his identity, journey, and the description of the events that developed during it. The information about Dhū al-Qarnayn in the ishārī tafsirs also generally coincides exactly with the information contained in the narrations and dirayat tafsirs. For example, the question about his identity is has also been seen as a problem in some exegeseis, the answer to which has been tried to find and many opinions have been given on this issue. Usually identified with Alexander the Great, Greek, Persian or was from the tribe of Himyaer, his real name was Abu Bakr b. Ifrikas or Alexander, was a student to Aristotle or Plato, had two horns or split his hair in half, or ruled with justice, or ruled in the eastern and western countries is estimated. Again, we also come across facts about what the status or quality of Dhū al-Qarnayn in the ishārī exegesis. In this context, there are transplants that introduce him as a prophet who receives revelation, or a mighty and just ruler, or an angel, or a righteous guardian servant with wisdom. Although the parable of Dhū al-Qarnayn is usually evaluated from this framework in terms of zahir in the related tafsirs, some of them contain the ishārī meanings of the verses in question, and some of them have certainly not come into contact with these meanings. In addition, as far as we can see, no independent studies have been conducted on the ishārī aspect of the parable. Although there are separate works about Dhū al-Qarnayn they process the topic from a far away sufi point of view in zahir ways and in different dimensions, presenting it to readers by relating the journeys he made hundreds of years ago to space and planets in the form of a mysterious sequence of events. This article aims to determine how the parable is treated and evaluated by the people of sufism and contribute to the field in this aspect. In the study, other copyrighted detached works related to sufism were also used as sources, especially the ishārī tafsirs written by Sufis.
Yeryüzünde var olduğu andan itibaren insanoğlu ilahi irade tarafından daima kontrol edilmiştir. Ahsen-i takvim olarak yaratılan bu varlık kimi zaman yolunu şaşırmıştır. Bunun neticesinde birtakım yanlışlar yapmaya yönelmiştir. Bu gibi durumlarda Allah gönderdiği elçiler vasıtasıyla insana yapması ve yapmaması gerekenleri hatırlatmıştır. Söz konusu ikazları bünyesinde barındıran kitaplardan biri olan Kur’ân, insanların ilahi hakikatleri kabul etmeleri ve onları bir yaşam tarzı haline dönüştürmeleri için bazı etkili vasıtalar kullanmıştır. Bu etkili vasıtaların en önemlilerinden biri de kıssalardır. Hedef kitleye, insanlarla veya herhangi bir şeyle ilgili olayların adım adım takip ettirilmek suretiyle anlatılmasını ifade eden kıssa, Kur’ân’da oldukça önemli bir yere sahiptir. Kıssalar, verilmek istenen mesajı veya manayı belirli bir olay örgüsü dâhilinde naklettiği gibi, oldukça soyut olan gaybî hususları da olaylar veya şahıslar vasıtasıyla daha da müşahhas hale getirme özelliğine sahiptir. Bu sebeple kıssalar sûfîlerin indinde daima önemli ve değerli görülmüştür. Bu çerçevede onlar kendi sohbet meclislerinde ve kaleme aldıkları eserlerinde kalplerine doğan hakikatleri müntesiplerine öğretebilmek için genelde kıssalara müracaat etmişler, mesajlarını onlar üzerinden vermişler ve böylece onları hakikatlere giden yolda bir vasıta olarak kullanmışlardır. Kur’ân’da Zülkarneyn’e dair bilgilerin zikredildiği kıssa da sûfîlerin üzerinde durduğu kıssalardan bir tanesidir. Fakat ne var ki tasavvuf ehlinin Zülkarneyn kıssası üzerinde çok fazla yoğunlaşmadığı ve hatta onların birçoğunun eserlerinde bu kıssaya temas etmedikleri görülmüştür. Bu durumun neden kaynaklanmış olabileceği hususunda henüz elimizde herhangi somut bir veri bulunmadığı için bu konuda şimdilik bir şey söylememiz pek mümkün gözükmemektedir. İşârî yönü olmayan klasik tefsirlerde Zülkarneyn ile ilgili ayetler daha çok onun kimliği, yolculuğu ve bu esnada gelişen olayların tafsilatı üzerinden değerlendirilmiştir. İşârî tefsirlerdeki Zülkarneyn’e ait bilgiler de genelde rivayet ve dirayet tefsirlerinde yer alan bilgilerle birebir örtüşmektedir. Mesela onun kim olduğu işârî tefsirlerde de bir sorun olarak görülmüş, bunun cevabı bulunmaya çalışılmış ve bu konuda birçok görüşe yer verilmiştir. Genellikle Büyük İskender ile özdeşleştirilen Zülkarneyn’in Rum, Fars veya Himyer kabilesine mensup olduğu, asıl isminin İfrikaş b. Ebubekir veya İskender olduğu, Aristo’ya veya Platon’a talebelik ettiği, iki boynuzu bulunduğu veya saçını ikiye ayırdığı, adaletle hükmettiği veya doğu ve batı ülkelerine hükmettiği için kendisine Zülkarneyn denildiği değerlendirilmektedir. Yine işârî tefsirlerde Zülkarneyn’in statüsünün veya vasfının ne olduğuna dair malumata da rastlamaktayız. Bu çerçevede onu vahiy alan bir peygamber, kudretli ve adil bir hükümdar, bir melek veya hikmet sahibi salih bir veli kul olarak tanıtan nakillere yer verilmektedir. İlgili tefsirlerde Zülkarneyn kıssası genellikle zahir yönüyle bu çerçeveden değerlendirilmekle birlikte, bunların bir kısmı söz konusu ayetlerin işârî manalarına yer verirken, bir kısmı bu manalara kesinlikle temas etmemişlerdir. Ayrıca buna ilaveten görebildiğimiz kadarıyla kıssanın işârî boyutuna dair müstakil herhangi bir çalışma da yapılmış değildir. Zülkarneyn hakkında telif edilen müstakil eserler olmakla birlikte bunlar, tasavvufi bakış açısından uzak bir şekilde konuyu daha çok zahir yönden ve farklı boyutlarda işlemekte, onun yüzlerce yıl önce yapmış olduğu yolculukları esrarengiz olaylar dizgesi şeklinde uzay ve gezegenlerle ilişkilendirmek suretiyle okuyuculara takdim etmektedir. Zülkarneyn kıssasının işârî yorumu konusunu müstakil olarak ele alan bu makale, kıssanın tasavvuf ehli tarafından nasıl ele alınıp değerlendirildiğini tespit etmeyi ve bu yönüyle alana katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Çalışmada sûfîlerin kaleme almış oldukları işârî tefsirler öncelikli olmak üzere tasavvufa dair diğer telif edilen müstakil eserler de kaynak olarak kullanılmıştır.
Editör hocama ve ekibine çok teşekkür ederim
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 |