Najm al-Din Dāya Rāzī fled the Mongol invasion in the 13th century and came to Anatolia, where he wrote his most famous work Mirṣād al-ʿibād. The work, which was translated from Persian into Turkish in the early periods, was very popular with Turkish readers and thus Mirsād had a significant impact on Anatolian Sufism. In his work, Dāya included the understanding of mabdaʾ and maʿād that developed within the framework of the commandment "We belong to God (we came from God) and to God will we return". He interpreted the theory of circulation (davr), which was particularly the area of interest of philosophers and which described the evolution of the soul from a sufi point of view. Since the verse addresses the nafs, Dāya associated maʿād with the nafs. As a matter of fact, the soul reaches most of what it achieves on the path of meād through the nafs. For this reason, the nafs has an active role in Dāya's understanding of mabdaʾ and maʿād. In order for the nafs to reach the desired goal, it must be trained, which is possible by keeping the attributes of the nafs in the form of wrath (ghazāb) and desire (hawā) in moderation. According to Daye, shari'ah and taqwa are the scales that keep all attributes in balance. As can be understood from the aforementioned statements, the moral theory established by Dāya is based on the shari'ah. According to him, the nafs must first be bound by the shari'ah. With his shari'ah-based ethical theory, he demonstrated the difference of Sufi ethics from both philosophers and other mystical systems. As it is known, the nafs is classified into three, four, five and seven levels. Dāye adopted a fourfold classification as nafs al-ammārah, nafs al-levwāmah, nafs al-mulhimah, nafs al-mutma'nīnnah. In his work, Dāya preferred to name the attributes of the nafs as hawā-ghazāb instead of lust-ghazāb. Dāya's determination of the states of the nafs's attributes of hawā and ghazāb, which arise from ifrat, itidal, and tafrīt, is in parallel with the previous moral theories. According to Dāya, since the nafs can move up and down thanks to the attributes of lust and wrath, one can reach the truth only through the nafs. When lust turns upwards, it turns into love and affection, and wrath turns into all-out effort. Since these instruments are missing in the spirit world, the soul has descended to the body. Otherwise, the soul would have stayed there when it reached its known station, just as Gabriel stayed on the Sidret al-Muntehâ. On the other hand, the unruly nafs with the wings of cruelty and ignorance (hawā-ghazāb) throws itself into the fire of the candle of Ehadiyyat Celâl like an crazy butterfly, gets rid of its spiritual existence and reaches Truth. One of the most obvious aspects that makes Dāya unique is that he draws attention to the determinant role of one's ability in the education of the soul and in reaching the goal. According to him, everyone has a different station to reach due to his/her ability. One is responsible for what one can afford, one cannot expect barley to be wheat, but one hopes that it will be the best barley in proportion to its possibilities. Therefore, some people can go from the lowest level of the nafs, nafs al-ammārah, to the highest level, nafs al-mutma'nīnnah, while others may remain at lower levels such as nafs al-levwāmah and nafs al-mulhimah. However, each station has its own degrees and the person is responsible for rising within his station. Dāya also showed an original approach by dividing the steps of the nafs into three degrees: : ashab-ul yameen (those on the right) ashab-u shimal (those on the left) and ashab-u sâbıkhân (those in front). However, the author dealt with this classification in detail in nafs al-levwāmah, but did not give detailed explanations regarding other maqams.
Necmeddîn-i Dâye XIII. yüzyılda Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve en tanınan eseri Mirsâdü’l-ibâd’ı burada yazmıştır. Erken dönemlerde Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eser, Türk okuyucusundan bir hayli rağbet görmüş, dolayısıyla Mirsâd’ın Anadolu tasavvufuna mühim etkileri olmuştur. Çalışmanın amacı Dâye ve eseri Mirsâd özelinde sufilerin varlık anlayışlarının ahlak eğitimine özellikle nefs terbiyesine etkisini ortaya koymaktır, bu çerçevede insanın cismanî ve manevî yapısı irdelenmiş, Dâye’ye göre manevî eğitimin aşamaları tespit edilmiştir. Dâye Mirsâd’da “Allah’a aitiz (Allah’tan geldik) Allah’a döneceğiz” buyruğu çerçevesinde gelişen mebde ve meâd anlayışına yer vermiştir. Daha ziyade felsefecilerin ele aldığı ve rûhun tekamülünü anlatan devir nazariyesini, sufî bakış açısıyla yorumlamıştır. Dâye’ye göre ilk olarak Hz. Muhammed’in rûhu /nûru yaratılmıştır. Daha sonra, o nûrdan sırasıyla peygamberlerin, evliyânın, müminlerin, asi-fasıkların, münafıkların ve kafirlerin rûhları meydana gelmiştir. Yaratılışın amacı Hakk’ı mârifettir. Bedene girmeden önce temiz rûh, rûhlar aleminde iken oraya uygun mârifete ermiş, Hakk’ı müşâhede etmiş, onunla konuşma şerefine erişmiş ise de esasında gerçek mârifete ulaşamamıştır. Bunun için rûhun bedene girip terbiye edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu amaç doğrultusunda rûh varlık katmanlarından geçerek bedene girer ve neticesinde kalp ile nefis ortaya çıkar. Rûh bu aleme gelirken “ona rûhumdan üfledim” sırrıyla nefha burağına, kendi alemine dönmek istediğinde “irciî” (rabbine dön) emrinin gereği nefs burağına binmektedir. Dâye ayette hitap nefse yapıldığından meâdı nefs ile ilişkilendirmiştir. Nitekim rûh meâd yolunda elde ettiklerinin çoğuna nefs aracılığıyla ulaşır. Bu nedenle Dâye’nin mebde ve meâd anlayışında nefs etkin bir role sahiptir. Nefsin, istenen hedefe ulaştırması için terbiye edilmesi gerekir bu da gazab ve hevâ şeklindeki nefsin sıfatlarının itidalde tutulmasıyla mümkündür. Daye’ye göre şeriat ve takvâ bütün sıfatları dengede tutan bir terazidir. Bahsi geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere Dâye’nin kurduğu ahlak teorisi şeriat temeline dayanmaktadır. Ona göre nefs önce şeriat bağıyla bağlanmalı daha sonra kalbin tasfiyesi ve rûhun tahliyesine geçilmelidir. O şeriat temelli ahlak teorisiyle, tasavvuftaki ahlak anlayışının hem filozoflardan hem de diğer mistik sistemlerden farkını ortaya koymuştur. Ayrıca filozofların akılcı terbiye usullerini de eleştirmiştir. Felsefeciler, peygambere ihtiyaç duymadan, aklı kullanarak, yerilmiş nefsânî sıfatların, zıttı olan övülmüş sıfatlarla tedavi edilebileceğine inanmaktadırlar. Dâye’ye göre filozofların yanıldıkları nokta ise insan için aklın ötesinde ondan daha şerefli kalb, sır, rûh ve hafî gibi latifelerin olduğunu bilmemeleridir. Malum olduğu üzere tasavvufta nefis; üç, dört, beş ve yedili mertebeler halinde tasnif edilmiştir. Dâye, nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne şeklinde dörtlü tasnifi benimsemiştir. Dâye eserinde nefsin ana sıfatlarını şehvet-gazab yerine hevâ-gazab şeklinde adlandırmayı tercih etmiştir. Dâye’nin, nefsin sıfatları hevâ ve gazabın ifrat, itidal, tefritten doğan halleri tespiti, kendinden önceki ahlak teorileriyle paralellik arzetmektedir. Dâye’ye göre nefs, hevâ ve gazab sıfatları sayesinde, yukarı ve aşağı hareket edebildiğinden kişi hakikate ancak nefsi sayesinde ulaşır. Hevâ yukarı yöneldiğinde aşk ve muhabbete, gazab ise bütünüyle gayrete dönüşür. Rûhlar aleminde bu aletler eksik olduğundan rûh bedene inmiştir. Aksi halde Cebrail’in Sidretü’l-Müntehâ’da durması gibi rûh da bilinen makamına ulaştığında orada kalırdı. Oysaki zalimlik ve cahillik (hevâ-gazab) kanatlarıyla serkeş nefs, divane bir kelebek gibi kendini Ahadiyyet Celâlinin mumunun ateşine atar, manevî varlığından sıyrılıp, visâle erer. Dâye’yi özgün kılan en bariz hususlardan biri de onun, kişinin nefs eğitiminde, kabiliyetinin, hedefe ulaşmasında ne denli belirleyici olduğuna dikkat çekmesidir. Dâye’ye göre herkesin kabiliyeti gereği ulaşması gereken makam ayrıdır. Kişi, gücünün yettiğinden sorumludur öyle ki arpadan buğday olması beklenemez ancak imkanları nispetinde en iyi arpa olması umulur. Dolayısıyla kimileri en alt nefs basamağı nefs-i emmâreden, en üst kademe nefs-i mutmainneye çıkabilirken, kimi de nefs-i levvâme, nefs-i mülhime gibi daha alt basamaklarda kalabilir. Ancak her makamın kendi içinde dereceleri vardır ve kişi makamının içinde yükselmekle sorumludur. Dâye nefs basamaklarını kendi içinde ashab-ı yemin (sağdakiler) ashab-ı şimal (soldakiler) ve ashab-ı sâbıkân (önde olanlar) şeklinde üç dereceye ayırmakla da orijinal bir yaklaşım sergilemiştir. Ancak yazar, nefs-i levvâme de bu sınıflandırmayı ayrıntısıyla ele almış, diğer makamlarda ise detaylı açıklama yapmamıştır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Tasavvuf, İslam Araştırmaları (Diğer) |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 20 Mart 2024 |
Kabul Tarihi | 27 Haziran 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 11 Sayı: 1 |