Öz
İnsanoğlunun ontik ve epistemik hatta etik ve estetik varlığı kimlik ile anlam kazanır. Kimlik aidiyet ve
ayniyet belirttiği gibi aynı zamanda ötekileştiren ve farklılıkları ortaya koyan paradoksal bir yapıya sahiptir.
Ortak dil, değerler, tutumlar, görüşler, inançlar özdeşleşmenin nedeni ve sonucudur. Bireyi ya da diğer bir ifade
ile mikroyu çevreleyen bir toplum ya da diğer bir ifade ile makro dünya vardır ve mikroyu önceler. Makro
dünya, mikro dünyanın psikolojik ve bilişsel yapısını inşa eder. Fakat aynı zamanda bu makro dünyanın alt
yapısını mikro dünya ile paylaştığı özdeşlikler belirler. Bir sürecin yansıması olan kolektif kimlikler bu şekilde
ortaya çıkar. Bireysel kimliğin nedeni ve sonucu olan kolektif kimlikleri oluşturan özdeşlikler konjonktüre göre
farklılık gösterebilir. Böylece zamana ve topluma göre değişen anlayışlarla kimlik inşa edildiği görülür. Orta
Çağ’da dinsel hegemonya dünyanın önemli bir kısmında hâkim idi. Nitekim özünde kaosun kozmosa dönüştürülmesi anlamına gelen din, bu fonksiyonuyla devletlerin düzen sağlamada kullandıkları en önemli araç olarak yerini aldı. Bundan sonra din, otoritenin siyasi ve dünyevi işlerdeki kararları üzerinde egemen konumunu uzunca bir süre korudu. Bu durum din özdeşliği üzerine kurulu bir toplumu beraberinde getirdi. Söz konusu yapı, devlet ile toplum arasında organik bir bağın kurulması anlamına da geliyordu. Kurulan organik bağ ise özdeşliğin yegâne temsilcisiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ile toplum arasındaki organik bağ aynı şekilde din üzerine inşa edilmişti. Din, bireysel ya da kolektif kimlik algısını biçimlendiren biricik unsur olarak konumlanmıştı. Dinsel farklılıklar kimliğin epistemolojik özünü oluşturuyordu. Kimlik kavramının semantik
alanına sadece dini yerleştirmek, onu özdeşliğin belirleyicisi yapmaktı. Toplumsal özdeşliğin kültürel ve dilsel
ortaklıktan bağımsız olarak sadece dinsel ortaklığa karşılık gelmesi literatürde bilinen adıyla Karamanlılar, yazı
boyunca kullanılacak adıyla Anadili Türkçe olan Anadolulu Ortodokslar topluluğunda olduğu gibi bireysel gerçekliğin toplumsal gerçeklikten sapmasına neden olmuştur. Bu sapma özellikle dini aidiyetin yerini kavmî aidiyete bırakacağı sonraki yüzyıllarda oldukça hissedilecekti. Bu makalede, Osmanlı İmparatorluğu’nda dinsel
aidiyetin yerini henüz kavmî aidiyete bırakmadığı bir dönemde dinsel kimliklerin ayırdığı iki topluluktaki kültür
özdeşliği ortaya koyulacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nda yayımlanan ilk türkü mecmuası olma özelliğini günümüze kadar koruyan 1896 basım tarihli Ανατολ Τουρκιουλερι adlı yayından hareketle din fenomeni ile ayrılan toplumsal kimliklerin bireysel var oluşundaki ortaklığa başka bir ifade ile bütünleşmeye işaret edilecektir. Ortodoks ahali arasında saha araştırması ile toplanan türküleri ihtiva eden Ανατολ Τουρκιουλερι adlı kitapçıktaki türkülerden özellikle biri üzerine odaklanılmıştır: “Bir Kızın Gelin Olması”. Söz konusu türkünün şairinin öteki imgesine sahip bir mahlası vardır: “Kul Şadi”. Bu makalenin amacı, Kul Şadi ve onun -literatürde bilinen adıyla Karamanlıca, yazı boyunca kullanılacak adıyla Yunan Harfli Türkçe- türküsü ekseninde dinsel kimliklerin ayırdığı belki de ayıramadığı iki topluluktaki dil ve kültür özdeşliğini ortaya koymaktır. Son kertede toplumsal kimliğin taşıyıcısı olarak tek öznenin yetersiz olduğunu söylemek uygun olacaktır.