Studies on history of sociology examine the relationship between Gökalp and Durkheim with vague terms such as “influence” and “adaptation”, establishing parallels among the concepts used by the authors. However, there is a significant gap between their approaches to the subject of ethics. While Gökalp considers the individual as a biological being oriented toward physiological and material interests, he envisions personality as a socially endowed being with a conscience, pursuing aesthetic, religious, and moral pleasures. Personality should overcome individuality for the benefit of the society. Durkheim, on the other hand, argues that individual ethics is impossible but attributes a thinking ability to subjects, enabling them to understand social mechanisms and engage in moral action. Thus, he considers intellect and understanding as the third pillar of ethics, after duty and discipline. This divergence between the two authors, along with the contemporary problems of their time, is reflected in their discussions on religion and professional ethics. Gökalp imagines religion and mysticism as a “melting pot” where individualities merge, while Durkheim maintains that, besides obedience, individual understanding and persuasion are indispensable components of religion and piety. Consequently, instead of a passive ethics that blindly commands obedience, Durkheim proposes introducing, at the appropriate time, an active ethics based on understanding. Another consequence of the distance between the authors’ ideas is that Durkheim advocates for corporations acting as buffer or intermediate institutions (“corps intermédiaires”), protecting individualities from the omnipotent state, while Gökalp, although perceiving autonomous structures as rivals to the state, approves of corporations only because they are recognized as “national.”
This study suggests that the difference between the authors’ ideas arises not only from the gap in their understanding of the ethical subject but also from their diverging interests as a consequence of the political agendas specific to their respective periods. Gökalp presented his views on the relationship between religion and ethics during the Second Constitution when the authority and status of religious institutions within the government were under review. Similarly, Durkheim’s comments on the relationship between religion and ethics encompassed the uncertainties experienced in the laicization project of the Third Republic. Durkheim’s theory of professional ethics and corporatism proposed a solution to the debates on regionalism, decentralization and buffer institutions during this period. Gökalp’s interest in “national” artisan societies was intensified during World War I, under the unique conditions of capital accumulation, which he aimed to legitimize using the concepts of solidarity and corporatism borrowed from Durkheim.
1
Sosyoloji tarihi çalışmaları Gökalp-Durkheim ilişkisini, yazarların kullandıkları kavramlar arasında koşutluk kurarak “etki” ve “uyarlama” gibi genel-geçer terimlerle ele alır. Oysa iki yazarın ahlak öznesi anlayışları arasında önemli bir mesafe vardır. Gökalp ferdi fizyolojik/maddi çıkarlarına yönelen biyolojik bir varlık gibi ele alırken, şahsiyeti estetik, dinî ve ahlakî hazları kovalayan, vicdan sahibi, toplumsal bir varlık gibi düşünür. Toplumsal fayda için ferdiyet geride bırakılmalı ve şahsiyete ulaşılmalıdır. Durkheim de bireysel ahlakın imkansızlığını savunur, ancak insana, toplumsal işleyişi anlamasını ve böylece ahlakî eylemde bulunabilmesini sağlayan bir düşünme yetisi izafe eder, akıl ve idraki, görev ve disiplinden sonra ahlakın üçüncü dayanağı sayar. İki yazar arasındaki bu mesafe, yaşadıkları dönemin güncel sorunlarıyla da birleşerek din ve meslek ahlakı anlatılarına yansır. Gökalp din ve tasavvufu, içinde benliklerin bütünleşeceği bir “eritme potası” olarak görürken, Durkheim, itaat kadar, anlamak ve ikna olmanın da dinin bir parçası olduğunu savunur. Buradan hareketle, körü körüne itaati emreden edilgen ahlakın yerine, uygun bir zamanlamayla, anlamaya ihtiyaç duyan etken ahlakı koymayı önerir. Yazarların fikirleri arasındaki mesafenin başka bir sonucu da Durkheim’in kadir-i mutlak devlete karşı bireyselliklerin korunması için tampon bir kurum olarak meslek örgütlenmesini savunurken, Gökalp’in devlete rakip olarak gördüğü her türden özerk yapıya aslında muhalif iken sadece “milli” oldukları için meslek örgütlerini onaylamasıdır.
Bu çalışma iki yazarın fikirleri arasındaki farkın, birey anlayışları arasındaki mesafe kadar dönemlerinin özgün siyasî gündemleri nedeniyle farklılaşan ilgilerinden de kaynaklandığını öne sürüyor. Gökalp din-ahlak ilişkisi üzerine görüşlerini, dinin otoritesinin ve hükümet içindeki ağırlığının gözden geçirildiği II. Meşrutiyet döneminde ortaya koyar. Benzer şekilde Durkheim’in din-ahlak arasındaki ilişkilere ait yorumları III. Cumhuriyet’in laikleşme girişiminde yaşanan tereddütleri barındırır. Durkheim’in meslek ahlakı ve korporasyon kuramı, III. Cumhuriyet’in bölgecilik, adem-i merkeziyetçilik ve tampon kurumlar tartışmalarına yönelik bir öneridir. Milli esnaf cemiyetlerine ilgisi 1. Dünya Savaşı’nın özgün sermaye birikim sürecinde yoğunlaşan Gökalp, Durkheim’e atfen kullandığı dayanışma ve korporatizm kavramlarıyla aslında bu süreci meşrulaştırmak ister.
1
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Siyaset Bilimi (Diğer) |
Bölüm | Makale / Articles |
Yazarlar | |
Proje Numarası | 1 |
Yayımlanma Tarihi | 15 Aralık 2024 |
Gönderilme Tarihi | 26 Şubat 2024 |
Kabul Tarihi | 9 Ekim 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Cilt: 48 Sayı: 4 |