In addition to its theological dimension, theology in Islamic thought also encompasses an epistemological and ontological dimension in terms of its methodology and content, especially with the influence of philosophy, which formed its conceptual infrastructure in the mutaqaddimūn period. Leaving aside the part related to sem'iyyāt, the most clear indication of this is the attempt to comprehend existence through the relationship between God and the universe by means of attributes since the mutaqaddimūn period. In the mutaahhirūn period, on the other hand, kalām addressed mashshāī philosophy through logic, and explanations about existence were made through the universal concepts of metaphysics, which is a philosophical discipline, such as existence-absence, essence, necessity, possibility-impossibility, eternity-nihūs, unity-multiplicity, cause-ma'lūl. In this framework, the concept of existence was taken as a basis and the umūr al-āmma, which is related to most of the fundamental issues in kalām, was discussed. The umūr al-āmma, which refers to concepts as anything that is thought in general terms, was initially dealt with within philosophy, but over time it became one of the fundamental subjects of a universal discipline such as kalām, which deals with God's essence, attributes, and actions, as well as the existent and the ma'lūm.
Like many philosophers and theologians before him, including Avicenna and al-Rāzī, al-Jurjānī addresses the problems related to existence and primarily focuses on the views on whether the concept of existence can be defined or not. According to the first of these views, existence can be conceived a priori and only its literal definition can be made. Indeed, the basis of the view that existence can be conceived a priori is that it can be conceived without the need for any reasoning. According to al-Rāzī, this conception does not require any evidence other than the existence itself. According to al-Jurjānī, if any evidence is required for the conception, not the existence of the evidence but its veracity is obligatory. This is because evidence can provide verification of what is evidenced even with its absence. According to the second view, represented by those who argue that existence can be conceived a posteriori, its conception is realized through definition or picture. However, according to al-Jurjānī, since existence is the most general of the conceived things, this claim of conception can be realized neither by means of definition nor formalism. The proponents of the third view, on the other hand, do not consider it possible to conceive existence, let alone define it. This is because when the conception of existence is deemed possible, it is possible for it to be differentiated from another thing even though it is not another thing, which negates existence, in other words, it removes it from being an existence in terms of being an existence and causes a vicious circle. According to al-Jurjānī, this claim is also not valid since existence's dissociation from something else is itself realized.
In order to learn about the nature of existence, it is important to determine its relationship with essence. This is because essence is the reality, or in other words, the essence, of things that characterize themselves such as existence and non-existence. However, while essence can be characterized by existence and non-existence in the particular sense, this is not possible in the universal sense. The reason for this is that the intellect can think the truth of something beyond existence and non-existence. Thus, the essence, which is itself in terms of being itself, is neither existence nor non-existence. At this point, the essence's being simple and compound is in question. When the essence is simple, its reality is evident. However, when the essence is compound, the relationship between genus and fasl, which are its parts, comes to the fore. As a matter of fact, fasl characterizes the genus, which is capable of being many species in the mind, with a single species. Moreover, the issue of whether these parts are differentiated in the mind or outside the mind is important for the reality of essence. This is because while the differentiation of essence outside the mind allows for multiplicity because it is composed of parts that are not predicates to themselves, its composition in the mind from parts that have intellectual forms other than theirs raises multiple truth problems. Al-Jurjānī tried to overcome this problem by seeking a synthesis in terms of the truth of essence. As a matter of fact, he presents the relationship between existence and essence by synthesizing the approaches of both the mashshāī-ishrāqī tradition and the tradition of wahdat al-wujūd-ḥikmat al-muṭaāliya on the issue in question.
Al-Jurjānī Umūr al-Āmma Philosophical Theology Presence-Existence Essence Sharh al-Mawāqif.
İslam düşüncesi içerisinde kelam, itikadi boyutunun yanı sıra özellikle müteahhirûn dönemiyle birlikte kavramsal altyapısını oluşturan felsefenin etkisiyle yöntemi ve içeriği bakımından epistemolojik ve ontolojik bir boyutu da kapsamaktadır. Sem‘iyyât ile ilgili kısım bir tarafa bırakıldığında, kelamda mütekaddimûn döneminden itibaren sıfatlar vasıtasıyla Tanrı-âlem ilişkisi üzerinden varlığın idrak edilmeye çalışılması, bunun en açık göstergesidir. Müteahhirûn dönemine gelindiğinde ise kelamda mantık vasıtasıyla meşşâî felsefe muhatap alınmış ve varlık hakkındaki açıklamalar, felsefî bir disiplin olan metafizik alanın varlık-yokluk, mâhiyet, zorunluluk, imkân-imkânsızlık, kıdem-hudûs, birlik-çokluk, illet-ma‘lûl gibi tümel kavramları üzerinden gerçekleştirilmiştir. Nitekim bu çerçevede varlık kavramı esas alınmış ve kelamdaki temel konuların çoğuyla ilişkili olan umûr-i âmme konu edilmiştir. Genel anlamda düşünülen herhangi bir şey olarak kavramları ifade eden umûr-i âmme, başlangıçta felsefe içerisinde ele alınmakla birlikte zamanla Tanrı’nın zât, sıfat ve fiillerini, mevcûd ve ma‘lûmu konu edinen kelam gibi tümel bir disiplinin temel konuları arasında yer almıştır.
Cürcânî, kendisinden önce aralarında İbn Sînâ ve Râzî’nin de yer aldığı birçok filozof ve kelamcı gibi varlıkla ilgili problemlere yer vermekte ve öncelikle varlık kavramının tanımlanıp tanımlanamayacağına ilişkin görüşler üzerinde durmaktadır. Bu görüşlerin ilkine göre varlık, bedîhî/apriori olarak tasavvur edilebilir ve onun yalnızca lafzî tanımı yapılabilir. Nitekim varlığın bedîhî olarak tasavvur edilebileceği görüşünü savunanların dayanağı, herhangi bir akıl yürütmeye ihtiyaç duyulmaksızın varlığın tasavvur edilebilmesidir. Râzî’ye göre bu tasavvur için varlığın kendinden başka herhangi bir delil gerekmemektedir. Delile gerek duyulması hâlinde ise Cürcânî tarafından delilin, varlığının değil doğruluğunun zorunlu olduğu dile getirilerek varlık ve yokluğun bedîhîliği ortaya konmaktadır. Varlığın kesbî/aposteriori olarak tasavvur edilebileceğini savunanların temsil ettiği ikinci görüşe göre onun tasavvuru, tanım ya da resm vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Ancak Cürcânî’ye göre varlık, tasavvur edilenlerin en geneli durumunda olduğu için söz konusu tasavvur iddiası ne tanım ne de resm vasıtasıyla gerçekleşebilir. Üçüncü görüşü savunanlar ise varlığın, tanımlanması bir tarafa tasavvur dahi edilmesini mümkün görmemektedir. Çünkü varlığın tasavvuru mümkün görüldüğünde onun bir başka şey olmadığı hâlde ondan ayrışması söz konusu olmaktadır ki bu da varlığı olumsuzlamakta bir diğer ifadeyle onu varlık olmak bakımından varlık olma durumundan uzaklaştırmakta ve kısır döngüye sebep olmaktadır. Cürcânî’ye göre bu iddia da varlığın başka bir şeyden ayrışması bizatihi gerçekleştiği için geçerli değildir.
Varlığın neliğine dair bilgi edinmek için onun mâhiyet ile ilişkisini tespit etmek önemlidir. Çünkü mâhiyet, varlık-yokluk gibi kendini niteleyen şeylerin hakikati bir diğer ifadeyle aslıdır. Ancak mâhiyet, tikel anlamda varlık ve yoklukla nitelenebilirken tümel anlamda bu mümkün değildir. Bunun sebebi ise aklın, varlık ve yokluğun ötesinde bir şeyin hakikatini düşünebilmesidir. Öyle ki kendi olmak bakımından kendi olan mâhiyet ne varlık ne de yokluktur. Bu noktada mâhiyetin basit ve bileşik olma durumu söz konusudur. Mâhiyet basit olduğunda hakikati belirgindir. Ancak mâhiyet bileşik olduğunda onun kısımlarından olan cins ve fasl arasındaki ilişki gündeme gelmektedir. Nitekim fasl, zihinde birçok tür olmaya elverişli olan cinsi tek bir türle belirginleştirmektedir. Ayrıca bu kısımların zihinde mi yoksa zihnin dışında mı ayrıştığı meselesi, mâhiyetin hakikati bakımından önemlidir. Çünkü mâhiyetin, zihnin dışında ayrışması, kendine yüklem olmayan parçalardan bileştiği için çokluğa imkân verirken zihinde onlardan başka aklî suretlere sahip parçalardan bileşmesi, birden çok hakikat problemini ortaya çıkarmaktadır. Cürcânî, bu problemi mâhiyetin hakikati bakımından bir sentez arayışıyla aşmaya çalışmıştır. Nitekim o, varlık ve mâhiyet arasındaki ilişkiyi hem meşşâî-işrâkî gelenek hem de vahdet-i vücûd-hikmet-i müteâliye geleneğinin söz konusu meseleye dair yaklaşımlarını sentezleyerek ortaya koymaktadır.
Cürcânî Umûr-i Âmme Felsefe Varlık-Yokluk Mâhiyet Şerhu’l-Mevâkıf.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kelam |
Bölüm | Research Article |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 23 Nisan 2024 |
Kabul Tarihi | 6 Haziran 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Sayı: 52 |