Tasavvufî eserlerin en önemli metotlarından birisi hikâye anlatımlarıdır. Gerek Rûmî’nin Mesnevî’sinde, gerekse Attâr’ın, Senaî’nin veya diğer önde gelen sûfîlerin eserlerinde bu didaktik unsur hemen göze çarpar. Mahmûd Şebüsterî’nin (1288- 1340) Gülşen-i Râz’ı bu açıdan seleflerinden ayrılır ve sanki önceki eserlerin kıssadan hisselerinin sistematik bir örgüsü gibidir. Eserin bir önsözü, sonrasında da girişi, gelişmesi ve sonucu bulunur ve adından da anlaşılacağı gibi Şebüsterî bu eserde okura mistik sırların bütün çıplaklığı ile ortaya saçıldığı bir gül bahçesi vaat etmektedir. Gülşen-i Râz’ın Sühreverdî şeyhlerinden Horasan’dan Emir Hüseynî’nin 1317 yılında bir müridi vasıtasıyla Tebriz erenlerine ilâhî manalar hususunda gönderdiği on beş soru ile başlayan macerası, Şebüsterî’nin bu sorulara verdiği cevaplarla devam edip buna yazılan onlarca şerh ve tercümelerle günümüze kadar gelmiştir. Şebüsterî –kendi ifadesine göre– bu sorulara öyle uzun uzun düşünerek değil, gelen ilhamla bir anda ve sorulardaki arûz vezninin aynıyla bütün cevapları vermiştir. İbn Arabî okulunu Hallâç, Beyazıd, Attâr ve Rûmî üzerinden gelen Farsça gelenekle birleştiren Gülşen-i Râz ismindeki bu mesnevî, hem küçük hacmi sayesinde kolay ezberlenebildiği hem de irfâni literatüre giriş niteliği taşıdığı için çokça revaç bulmuştur. Esere otuzdan fazla şerh yazılmış olsa da bunların en meşhuru Muhammed Lâhîcî’nin (ö. 1506) Mefâtîhu’l-i‘câz fi Şerhi Gülşen-i Râz adlı şerhidir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 31 Aralık 2019 |
Gönderilme Tarihi | 2 Ocak 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2017 Cilt: 15 Sayı: 30 |