XIX. yüzyıl ve XX. yüzyıl Batı-dışı toplumların tarih araştırmalarında sıklıkla iki teoriye
başvurulmaktadır. Bunlardan biri modernleşme ile batılaşmayı özdeşleştiren ‘’Modernleşme’’, diğeri
ise ‘’Bağımlılık’’ teorileridir. İki teorinin de hem süreklilik evrim, hem de kopuş devrime öncelik veren
versiyonları vardır. İki teorinin önemli bir ortak noktası vardır. İkisi de Bat-dışı toplumların kendi iç
dinamikleriyle kendi kendilerini yenileyemeyeceği varsayımına dayanır. Yani bu toplumları değişmeye
zorlayan bizzat Batı’nın kendisi veya onun yarattığı koşullardır. Buna karşı tepki de oluşabilir. Ancak
bu uzun vadeli tarihin belirlenmesinde etkili olamayacaktır. Ya da önemsenmemelidir. Böyle bir
kurguyu esas alan tarih yazımının Batı-dışı toplumları edilgen bir konumda tasavvur ettiği de açıktır.
Keza gene böyle bir tarih yazımı tek bir çeşit yenilenme/modernleşme tarzının olduğunu kabul eden bir
varsayımla hareket etmektedir. Onun da ne olduğu zaten bellidir. Batı’da icat edilen şekliyle
“modernleşme”. Yani modernleşme olgusu batılılaşmaya indirgenmektedir. Hem zaten inşa edilmiş ve
sonuçları elle tutulur ve gözle görülür hâliyle ortada duran batılılaşma varken, başka bir modernleşme
modeli aramak, daha doğrusu inşa etmeye çalışmak akla ziyan değil midir?
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | İncelemeler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 13 Ekim 2019 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2019 Cilt: 5 Sayı: 4 |
Journal of History Critique