Bu çalışmada, Hume’un Tanrı anlayışının epistemolojik temelden hareketle incelenmesi amaçlanmıştır. Hume’un Tanrı anlayışı epistemolojisiyle doğrudan bir ilişki içerisindedir. Hume epistemolojisinde, fiziki dünyanın bilgisine sadece bize göründüğü haliyle sahip olabileceğimizi, duyularımızı aşan metafizik alanla ilgili hiçbir çıkarım yapamayacağımızı ileri sürmüştür. Bundan ötürü neden ile sonuç arasında zorunlu olduğu kabul edilen bağı hiçbir yöntemle bilinemez. Hume bu bağı epistemolojik açıdan alışkanlığa indirgemiştir. Hume’un nedensellik ilkesine yönelik bu agnostik tutumu, Tanrı anlayışını da şekillendirmiştir. Eğer duyulur dünyadaki olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkisi tecrübe edilemiyorsa, görünenden hareketle görünmeyenle ilgili de hiçbir çıkarımda bulunamayız. En iyi ihtimalle, görünür evrendeki birtakım düzenliliklerden hareket ederek bir Tanrı’nın varlığına yönelik bir inanç beslenebilir. Bu çerçevede, evrenin düzenliliğiyle ilgili değerlendirmelerimiz Tanrı’nın varlığıyla ilgili samimi duygularımızın dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle, bunlar felsefî incelemenin alanına giremezler. Hume’un buradaki itirazı Tanrı’nın varlığına yönelik bu inancın epistemolojik olarak temellendirilmeye çalışması üzerinedir. Bu doğrultuda Hume’un bilgi anlayışı temelde Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun bilinip bilinemeyeceğiyle ilgilidir. Hume, epistemolojisinde teizme ve ateizme aynı mesafede durmuştur. Fakat O, epistemolojik açıdan her ne kadar agnostik bir tavır almış olsa da pratik yaşamda ateizme daha yakındır. Çünkü Hume, bütün yaşamı boyunca din karşıtı bir hayat sürmüştür, agnostisizm temelli ateist bir hayatı benimsemiştir.
This study aims to analyze Hume’s conception of God from an epistemological perspective. Hume’s conception of God is directly related to his epistemology. In his epistemology, Hume argues that we can only have knowledge of the physical world as it appears to us and that we cannot make any inferences about the metaphysical realm that transcends our senses. Therefore, the metaphysical connection between cause and effect, which is accepted to be necessary, cannot be known by any method. Hume epistemologically reduced this connection to habit. Hume’s agnostic attitude towards the principle of causality also shaped his understanding of God. If the cause-and-effect relationship between events in the sensible world cannot be experienced, we cannot make any inferences about the invisible based on the visible. At best, one can have a belief in the existence of a God based on some regularities in the visible universe. In this framework, our evaluations of the regularities of the universe are nothing more than the expression of our sincere feelings about the existence of God. Therefore, they cannot fall within the realm of philosophical investigation. Hume’s objection here is that this belief in God’s existence is attempted to be epistemologically grounded. Accordingly, Hume’s conception of knowledge is basically concerned with whether God's existence or non-existence can be known. Hume kept the same distance from theism and atheism in his epistemology. However, although he took an agnostic attitude in terms of epistemology, he is closer to atheism in practical life. This is because Hume led an anti-religious life throughout his life and adopted an atheistic life based on agnosticism.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | 18. Yüzyıl Felsefesi |
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 3 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 19 Aralık 2023 |
Kabul Tarihi | 10 Ocak 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 Sayı: 21 |