11 Eylül sonrası dünyadaki değişim hareketinin teorik düzlemdeki en
önemli sonuçlarından biri postmodernist söylemin gerilemesidir. Bu iddianın,
kanımca, biri teorik diğeri pratik iki gerekçesi vardır. Teorik gerekçesi, postmodernizmle
birlikte modernist ideolojide var olan tüm kuram, kavram ve yapıların
yapısöküme uğratılmış olması, dolayısıyla teorik zeminde, yapısöküme uğratılacak
herhangi bir şeyin kalmamasıdır. Pratik gerekçe ise özellikle 90’larda dünyada
– kısmen de olsa - yaşanmış olan siyasal irade boşluğunun 11 Eylül saldırısından
sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin öncülüğünde Batı dünyasının temel
bileşenlerinin izlemiş olduğu güvenlik politikalarıyla büyük ölçüde doldurulmuş
olması ve bu yolla da dünyadaki başıboşluğun postmodernist söylemdeki karşılığı
olan ‘sınırsız doğrular kümesinin’ yeni bir hakikat rejimi mantığıyla sınırlanmış
olmasıdır. Postmodernist söylemin gerilemesinin hem modernitenin önemli değerlerini hem de postmodernizmin birtakım düzlemlerdeki haklı eleştirilerini
içeren ve bu fikirleri sentezleyen yeni bir teorik çerçeveyle karşılaşma olanağını
doğurduğu iddia edilebilir. Çalışmada - bu tespit çerçevesinde – eleştirel sosyal
teorinin katkısı bağlamında sosyal bilimlerin geleceği tartışılacaktır. Eleştirel teori
ve sosyal bilimler arasındaki ilişkinin soruşturulacağı bu tartışmada; sosyal
bilimlerin toplumsal pratiklere nasıl müdahale edebileceği nominalist analiz, içkin
eleştiri ve refl eksif perspektif kavramları aracılığıyla ele alınacaktır.
teori sosyal bilimler içkin eleştiri yöntem nominalizm refleksif perspektif ideoloji politika.
One of the most significant theoretical consequences of the change in the
world in the post-September 11 period is the decline of the postmodernist discourse.
In my opinion, this claim has two (theoretical and practical) justifications.
Theoretically, with postmodernism, all the theories, concepts and structures
within modernist ideology have been deconstructed and there is nothing left to
deconstruct. Practically, to a great extent, the political vacuum experienced in the
1990s in the world has been filled in with security policies pursued by the main
elements of the West under the leadership of the United States and ‘cluster of unlimited
truths’ which corresponds to this deviousness has been confronted with a
new logic of truth regime. Arguably, the decline of postmodernist discourse has
created the opportunity to find a new framework that brings together both the
significant values of modernity and the rightful criticisms of postmodernism. In
line with this, this study will discuss the future of the social sciences within the
context of the contributions of the critical social theory. The relationship between
critical theory and social sciences will be investigated and the ways of intervening
in the social practices with social sciences will be discussed through the
concepts of nominalist analysis, immanent critique and refl exive perspective.
theory social sciences immanent critique method nominalism reflexive perspective ideology politics.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Felsefe |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Temmuz 2012 |
Gönderilme Tarihi | 25 Nisan 2012 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2012 Sayı: 55 |
Felsefe Dünyası Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.