As the historical context of a text gains more leverage in the theories of meaning and interpretation in the West during the modern period; so does the internal and external context of the Qur’an when judging the validity and authenticity of a Qur’anic interpretation. According to these theories it is the “saying” that is the essence of the Qur’an. In oral texts the other half of the meaning is found in non-textual elements such as the psychological state of the speaker, the environment spoken in, the epistemic levels of the audience and their social and cultural states. By making use of all historical information, the nuzûl period should be reconstructed which in turn would help determine what the first interlocutors understood from the verses. Since the verses can have only a single interpretation, this should also be the meaning that expresses the will of Allah, which is what the first interlocutors understood from the verse.
However, this understanding, which is accepted as the absolute truth in the interpretation of the Qur’an today; It contains many mistace, deficiencies, and risks in terms of its theoretical foundations, application possibilities and implications. First, this approach is based on the modern understanding that the Qur’an is a historical-cultural saying. Second, the historical material at our disposal is not sufficient, both in terms of quantity and quality, to reconstruct the period of the revelation of the Qur'an in a realistic way. It is not possible for everything to be said on this subject to be certain due to its subjective and speculative nature. It should also be noted that ambiguity and polysemywas supported by the Qur'an-Sunnah and used as an opportunity for the universality of the Qur'an in the classical period.
Modern dönemde Batı’da ortaya çıkan anlam ve yorum teorilerinde tarihsel bağlamın önem kazanmasına paralel olarak; İslâm dünyasında Kur’an tefsirinin sıhhatini belirlemede iç/metinsel ve dış/tarihsel bağlama riayet, en temel kriterlerden biri haline gelmiştir. Bu anlayışa göre, nâzil olduğu toplumla diyalektik ilişki halinde tedricen teşekkül eden Kur’ân-ı Kerîm, özü itibariyle yazılı bir metin değil “söz”dür. Sözlü metinlerde anlamın önemli bir kısmı; mütekellimin psikolojik hâli, ses tonu, sözün söylendiği ortam, muhatapların epistemik düzeyleri, sosyo-kültürel durumları ve tarihsel şartlar gibi metin dışı unsurlarda bulunmaktadır. Bununla birlikte, tarihsel süreçte Kur’an sanki yazılı bir kitap gibi algılanmış ve âyetler metin merkezli olarak anlaşılıp yorumlanmıştır. O halde, Kur’an’ı doğru anlamak ve yorumlamak için, eldeki bütün tarihsel ve bilimsel verilerden faydalanarak nüzûl dönemi aslına uygun biçimde yeniden kurgulanmalı ve ilk muhatapların âyetlerden ne anladığı nesnel olarak tespit edilmelidir. Zira Kur’an âyetlerinin Allah’ın muradını ifade eden tek nesnel mânası bulunmaktadır ki bu da nüzûl dönemindeki ilk muhatapların âyetten anladığıdır.
Ne var ki günümüzde özellikle akademik çevrelerde Kur’an yorumunda neredeyse müsellem kabul edilen bu anlayış; teorik-mantıksal temelleri, uygulanabilme imkânı ve tazammunları açısından birçok hata, eksik ve riskler barındırmaktadır. Birincisi, söz konusu yaklaşım Kur’an’ın tarihsel-kültürel bir söz olduğuna ilişkin modern bir kabule dayanmaktadır. İkincisi, elimizde bulunan tarihsel malzemeler hem nicelik hem de nitelik bakımından, Kur’an’ın nüzûl dönemini gerçeğe uygun ve bağlayıcı biçimde yeniden inşa etmek için yeterli değildir. Dolayısıyla bu konuda söylenecek her şeyin sübjektif ve spekülatif niteliği sebebiyle bağlayıcı olması mümkün değildir. Ayrıca unutulmamalıdır ki müphemlik ve çok anlamlılık; Kur’an-Sünnet ile desteklenmiş ve klasik dönemde Kur’an’ın evrenselliği için bir imkân olarak kullanılmıştır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 |