Duygu, tarih boyunca en çok düşünülen ve tartışılan konuların başında gelse de hâlâ günümüzde duygunun net bir tanımını yapmak güçtür. Zira duygulu insanın, zayıf veya güçsüz olacağı önyargısı duyguların tanımlanmasını, anlaşılması ve benimsenmesini de zorlanmıştır. Daha günlük hayatta duygunun varlığı tartışma konusu olurken ve insanlar ondan köşe bucak kaçarken, duyguların çalışma hayatında da benzer sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdır. Nitekim günümüzde bile birçok örgüt içinde duygularını işine karıştıran çalışanların, başarısız olacağına dair basmakalıp düşünceler bulunmaktadır. Üstelik çalışanlara “duygularının etkisiyle karar almamalısın” tarzında yapılan dile kolay uyarılar herkes tarafından sorgulanmadan mutlak doğru kabul edilmektedir. Bu yüzden çalışma hayatında duyguların, hem varlığı hem yokluğu her dönem düşündürücü ve anlamlı olmuştur. Duygular özellikle 1980’lerden sonra artan rekabet ve kadınların işgücüne daha çok katılımıyla daha fazla sorgulanmaya başlanmıştır. Fakat işletme içinde varlığı önemsenmiş gibi görünen bu duygular, bu sefer de cinsiyet kalıp yargılarının engeline takılmıştır. Bu bağlamda çalışmanın amacı; duygunun tarihsel süreç içinde tanımlarını ve çıkış noktalarını ortaya koymak, buna bağlı olarak da çalışma hayatındaki duygu kalıp yargılarının nasıl farklılık gösterdiğini cinsiyetler bağlamında irdelemektir. Nitel araştırmada yöntemlerinden betimsel bir model kullanılarak yapılan bu çalışmada elde edilen sonuçlara göre duygulara ait toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, çalışma hayatında da oldukça baskın faktörler olarak yorumlanmıştır. Bu engellerin aşılabilmesi için duyguların öneminin hem bireyler hem kurumlar tarafından daha çok bilinmesi ve farkındalığın oluşturulması gereklidir.
Although emotion has been one of the topics which has been given careful thought and discussed most throughout history, it is still difficult to make a clear definition of emotion today. Because the prejudice that an emotional person will be weak or powerless has made it difficult to define, understand and adopt. While the existence of emotion is the subject of discussion in normal life, and people carefully avoid it, it is inevitable that emotion will confront similar problems in working life. Even today, there are stereotypical thoughts in many organizations that employees whose feelings are involved in working life will be unsuccessful. Moreover, warnings to employees such as "do not make decisions under the influence of your feelings", which is easy to say, are accepted such an absolute truth without being questioned by anyone. Both the presence and absence of feelings in working life have always been engrossing and significant. Feelings began to be questioned more, especially with increasing competition and women's participation in the working life after the 1980’s. However, feelings which seem to be considered important in the organizations are blocked by gender stereotypes. Therefore, the aim of the study is to reveal the definitions and origins of feelings in the historical process, and accordingly to examine how emotional stereotypes in working life differ in terms of gender. This study, which was carried out by following a descriptive model in qualitative research, gender stereotypes of emotions were interpreted as very dominant factors in working life. In order to overcome these barriers, the importance of emotions should be known more by both individuals and institutions, and it is necessary to create awareness regarding this issue.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Kadın Araştırmaları |
Bölüm | Derlemeler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 29 Aralık 2022 |
Gönderilme Tarihi | 12 Mayıs 2022 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2022 Cilt: 2 Sayı: 2 |
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınıdır.
SAMSUN