Hallāj understands of right, and truth (haq) is not only related to the Islamic jurisprudence (fiqh) in terms of imparting legal values, but also of Islamic philosophy, theology and mysticism in terms of defining knowledge and existence. The possibility of states and maqams in Sufism is related to the epistemological aspect of the concept. When considered ontologically, the concept is related to existential philosophies such as Sudur (emanation), Ishraq and Wahdat al-wujūd. Although the literalist scholars affirmed the epistemological possibility of states and maqams after Hallaj, they found ontological interpretations of the concept unnecessary. Since the maturation of the concept in all aspects in Islamic Thought continued in the post-Hallaj period, the expression “ana al-Haq” (I’m the Only Reality) was not properly evaluated in its era and afterwards. When Ibn Sina (Avicenna) made this evaluation on constants of the Sudur theory, the ontological ground on which Hallaj could be understood became more complex. While defending the existence of intangible beings, Hallac approaches the sudur theory and while defending their multiplicity, he differs from it. On the other hand, by confirming the external existence of fixed attributes (subutī), he approaches the scholars of kalam and differs from Suhrawardī while explaining their qualities. These aspects are sought in Hallāj’s works such as Tawāsin, Bostān al-marifah, Nusūs al-kitāb, Diwān al-Hallāj, Nusūs al-walāyah. Considering that the Sufīs exhibited two different approaches in this period, we can say that Hallāc took a third approach. His originality is seen in his hierarchical levels of existence, especially in the levels after the first level, in the luminous essences and in the concept of mashîet defined in the whole system
Hallāc Right and Truth (Haq) Existence Mashiah Gnoses (Marifah)
Hallâc’ın hak ve hakikat anlayışı, hukuki değerleri ortaya koyması bakımından fıkıh ilmi ile alakalı olduğu kadar, bilgi ve varlık tanımı yapması bakımından İslam felsefesinin, kelamın ve tasavvufun da konusudur. Tasavvuftaki hâl ve makamların imkânı, kavramın epistemolojik yönüyle ilgilidir. Ontolojik olarak ele alındığında kavram; sudur, işrak ve vahdet-i vücûd gibi varlık felsefeleriyle alakalı olmaktadır. Hallâc sonrası lafızcı yaklaşım, hâl ve makamların epistemolojik imkânını tasdik etse de kavramın ontolojik yönleri hakkındaki yorumları gereksiz bulmuştur. Kavramın tüm yönleriyle İslam Düşüncesi içerisinde olgunlaşması, Hallâc sonrası dönemde devam ettiği için “ene’l-hak” ifadesi, çağında ve sonrasında gereğiyle değerlendirilmemiştir. Bu değerlendirmeyi İbn Sina, sudurcu sabiteler üzerinden yapınca, Hallâc’ın anlaşılabileceği ontolojik zemin, daha karışık bir hale gelmiştir. Hallac, soyut varlıkların varlığını savunurken sudurculara yaklaşır, onların çokluğunu savunurken de sudurculardan ayrılır. Diğer taraftan subutî sıfatların dışta varlığını tasdik etmesiyle kelam ulemasına yaklaşır, onların keyfiyetlerini açıklarken Sühreverdî’den ayrılır. Bu yönler, Hallâc’ın Tavâsin, Bustânu’l-ma’rife, Nusûsu’l-Kitâb, Divân-ı Hallâc, Nusûsu’l-velâye gibi eserlerinde aranmıştır. Sûfîlerin bu dönemde iki ayrı yaklaşım sergilediğini göz önüne aldığımızda Hallâc, üçüncü bir yaklaşım sergilemiştir diyebiliriz. Bu yaklaşımın özgün yönü, onun hiyerarşik varlık mertebelerinde, özellikle ilk mertebesinden sonraki mertebelerinde ve sistemin bütününde tanımlanan nûrânî tecellilerde ve meşîet kavramında görülmüştür.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Aralık 2021 |
Gönderilme Tarihi | 8 Ekim 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Sayı: 11 |