Kelamcılar, marifetullahın vâcip
olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır. Ancak bu vücûbiyetin kaynağının
ne olduğu konusunda kelamcılar kendi aralarında ittifak edememişlerdir. Bu
tartışma, özellikle de ilahî çağrının ulaşmadığı kimselerin yükümlü olup
olmayacağı ve bunların ahiretteki durumlarının ne olacağı hususunda temerküz
etmiştir. Mâturîdî kelamcılarının büyük bir çoğunluğu, Mu’tezile ve birçok çağdaş
kelamcılar, marifetullahı aklî bir yükümlülük olarak kabul etmiş ve ahirette bu
kimselerin azaba müstehak olacaklarını ileri sürmüşlerdir. Eş’arîler,
Haşeviyye, Şia’nın bir kısmı, Hâricîlerden bazıları ve Dırar b. Amr gibi öne
çıkan bazı kelamcılar ise marifetullahı şer’î bir sorumluluk olarak
addetmiştir. Öte yandan onların üzerinde ittifak ettikleri diğer bir konu da
marifetullah konusunda nazarın vâcip olduğu konusudur. Yani kelamcıların hepsi,
marifetullahın akılla elde edilebileceğini, aklın O’nu bilmede bir âlet
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Varılan bu farklı sonuçlara göre kendisine ilahî
mesaj ulaşmadığı için Allah’ı bilmeyenlerin ahiretteki durumunun ne olacağı
sorusuna verilecek cevap da değişkenlik arz etmiştir. Bu çerçevede
marifetullahı aklî bir sorumluluk olarak görenler, bu kimsenin uhrevî azaba
müstehak olduğunu; şer’î bir yükümlülük görenler ise uhrevî azabın söz konusu
olmayacağını ileri sürmüşlerdir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 25 Haziran 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 5 Sayı: 1 |
Artuklu Akademi Dergisi Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.