e-ISSN: 2602-4594
Başlangıç: 2017
Yayımcı: Batı Karadeniz Akademisyenler Derneği (BAKAD)
Kapak Resmi
 

Batı Karadeniz Akademisyenler Derneği tarafından yayınlanan USOBED (Uluslararası Batı Karadeniz Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi) (International Journal of Western Black Sea Social and Humanities Sciences)USOBED Dergisi, sosyal bilimler alanında özgün bilimsel makalelere yer veren hakemli bir e-dergidir. USOBED Dergisi Dergipark sistemi üzerinden 2017 yılından itibaren yılda iki defa (Haziran ve Aralık) olarak yayınlanan hakemli bilimsel bir dergidir. Dergi sadece elektronik olarak yayınlanır. Dergide makale gönderim ücreti yoktur.
USOBED dergisi Sosyal ve Beşeri Bilimler alanında akademik standartlarda hazırlanmış, araştırma makalesi, derleme makale, örnek olay, kitap tanıtımı, çeviri, editöre not vb. çalışmalarını yayınlayarak Sosyal ve Beşeri Bilimler alanına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Yayın Kurulu; gönderilen yazılarda düzeltme yapmak, yazıları yayımlamak ya da yayımlamamak hakkına sahiptir.
Yayımlanan yazıların yazarına telif hakkı ödenmez.
Derginin yayım dili Türkçe ve İngilizce ve Arapça’dır. 

2024 - Cilt: 8 Sayı: 1

BENZEŞİK ASIRLAR: İKİNCİ MEŞRUTİYET VE İKİNCİ CUMHURİYET

BENZEŞİK ASIRLAR: İKİNCİ MEŞRUTİYET VE İKİNCİ CUMHURİYET

Prof. Dr. Mahmut BOZAN, Bartın Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Mehmed Âkif Ersoy


Merhum şairimize göre “ibret alınırsa tarih tekerrür etmez,” ancak beş bin senenin yaşanmışlıklarından yarım hisse bile alınamadığı için benzeri hadiseler tekrar tekrar yaşanmaya devam edecek, tekerrür çemberi dönecektir. Edvar-ı tarihiye üzerine çok farklı görüşler bulunmaktadır. Biyolojik ve sosyal Darvincilere göre zaman bir hat üzere hareket eder, İbn Haldun sosyal hadiseleri yorumlarken “asabiyet, hadariyet” veya medeniyet kutupları arasında bir devri daimden söz eder. Yakın dönemde akademik câmianın henüz tam farkına varamadığı Said Nursi ise “zaman hattı müstakim üzerine hareket etmiyor ki mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın, belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor” diyerek tarihi hadiselerin anlaşılmasında farklı bir tefekkür penceresi açar. Bu vesile ile bu kavramlara yabani olanların onu “Hurufilikle” suçlaması, uzun dilli nevzuhur ulemanın ne kadar meydan aldığının da bir tezahürü olduğunu kaydedelim.
Bu yazının kaleme alınmasına sebep olan hadise, son günlerde “meşrutiyet-cumhuriyet” mukayeseleri ile kimilerinin mevcut cumhurbaşkanını tenkit babında “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” naraları atarak kendilerine siyasi alan açma çabalarıdır. Gerçekten de zaman düz bir çizgi gibi hareket etmediği için İkinci Meşrutiyet dönemindeki siyasi tablodan dersler çıkarılabilir. Abdülhamid Han ile İttihat Terakki isimli siyasi hareket arasındaki iktidar mücadelesi günümüze ne kadar ışık tutabilir ne kadar görüş keskinliği sağlayabilir bakmak lâzımdır. Bu yazıda seçim sathı mailine giren ülkemizdeki siyasi tablo ile bir asır önce Osmanlı Devleti’nde yaşanan siyasi hareketler mukayese edilecek, her iki dönemde de dünya siyasetinde hükümferma olmak isteyen ülkelerin ülkemiz hakkındaki politika ve stratejileri incelenecektir.
Öncelikle Devleti Âliye-i Osmaniye’deki manzarayı umumiyeye bir göz atalım. Padişah 2. Abdülhamid tahttadır, 33 yıllık uzun bir saltanatın yorgunluğu üzerine çökmüştür. Devlet idaresinde en vazgeçilmez noktayı istinat olan dâhilde asayiş ve ittihat sarsılmakta, bürokratik mekanizma fikir ayrılıkları sebebiyle verimsizleşmekte, askeri bürokrasinin siyasete müdahalesi ülke güvenliğini tehlikeye atmakta, kapitülasyonlar başta olmak üzere teknolojik gerilik ve süreklilik kazanan harp ekonomisi sebebiyle devletin gelirleri giderlerini karşılayamamakta, hâsılı Osmanlı Devleti en zor günlerini yaşamakta ve tüm bunların müsebbibi olarak da Padişah suçlanmakta, siyasetlerinde ayrışan “jöntürkler” 2. Abdülhamid’e darbe konusunda ittifak etmekte, hatta merhum Âkif bile “ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, âkıbet çok kötü..” diyebilmektedir. Ermeni teröristlerin “Kızıl Sultan” diyerek 1905 yılı Temmuzunda saatli bomba ile tertipledikleri su-i kasttan Padişah’ın kurtulmasına en çok hayıflanıp üzülen de maalesef bugün Ankara’da bir mektepte ismi yaşatılan Tevfik Fikret olacaktır. Bir Lâhza-i Ta'ahhur (Bir anlık gecikme) adlı şiirinde Fikret aydın ihanetinin bugün de yaşanan örneklerinden birisini sunacak, Ermeni komitacılarını "Ey şanlı avcı” diye alkışlayacak, muvaffak olamamalarına kahredecek ve “damını bihûde kurmadın. Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın!" Diye adeta dövünecektir.
Abdülhamid’in hal’inden sonra iktidarı fütursuzca ele alan İttihat ve Terakki fırkası meşhur 31 Mart Hâdisesi ve sonrasında Beyazıt’tan Beşiktaş’a kadar kurduğu darağaçları ile istibdadın ne olduğunu, hak nedir, hürriyet nasıl bir şeydir dünya âleme göstermiştir.
Dahildeki bu tablo Abdülhamid Han’ın devlet idaresinde hiç hatası olmadığı mânasına gelmeyeceği gibi, muhaliflerin tenkitlerinin, hatta su-i kast ve ölüm temennilerinin de haklı olduğu anlamına gelmemektedir. Zira devlet idaresinde kocaman bir bürokratik çarkın işlemekte olduğu, bunun tepesinde oturan zatın siyasi sorumluğu olsa bile tüm kabahatin ona yüklenmesinin de bir haksızlık olacağını ifade etmek gerektir. O zaman doğru ölçü, hatâ-savab cetveli denilen iktidarın artı ve eksilerine bakılarak bu soruya cevap verilmesidir ve geçen zaman bu soruya cevap vermiştir. Zira “uçak siste iken” yapılan yorumlar ile tayyarenin yere inmesinden sonra yapılan yorumlar farklıdır. Zaman Abdülhamid’i haklı çıkarmıştır. “Şanlı avcı” diye teröristlere övgüler dizen Tevfik Fikret, İttihat ve Terakki fırkasının iktidar günlerinde yazdığı bir şiirde (1912) yağma ve çapul düzenini “Han-ı Yağma” şiirinde İttihatçıları en aşağılayıcı ifadelerle ortaya koymaktadır . Keza dönemin şiddetli münekkitlerden Rıza Tevfik, nam-ı diğer Filozof Rıza Tevfik “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhâniyetinden İstimdat” adlı mersiye tarzı şiirinde “Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz/Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz/Sade deli değil, edepsizmişiz/Tükürdük atalar kıblegâhına” diyerek ile özür dileme gereği duymuştur .
Meselenin bir de hârici boyutu vardır. O dönemde gücünün zirvesinde olan İngiltere, rekabet halinde olduğu Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne ölüm döşeğindeki “hasta adam” olarak bakmakta ve gizli anlaşmalarla mirasını nasıl paylaşacaklarının plânlarını yapmaktadır. Yunanistan’a bağımsızlık verilmesiyle açılan kapıdan Balkan milletleri birer birer girmekte, Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla gayr-ı Müslimlere tanınan ayrıcalıklar her birine bir devlet hediye etmektedir. Ortaya çıkan her fabrikasyon devlet de işe yüzyıllarca beraber yaşadığı Müslüman ahaliyi öldürmek ve tehcire zorlamakla başlamaktadır. Devleti Âliye-i Osmaniye’de kiliseleri, mezhepleri, gelenek ve görenekleri mahfuz olan; din, dil, ibadet, seyahat ve benzeri her türlü haktan faydalanan, askerlikten muafiyet sebebiyle nüfusları sürekli artan ve ticaretle uğraşarak zenginleşen Yunan, Bulgar, Sırp, Hırvat gibi Balkan milletleri istiklâliyetlerine kavuşunca Müslüman ahalinin varlığına beş sene bile tahammül edememiş, mallarını yağmalamış, câmilerini yerle yeksan etmiş, geriye kalan mektep, medrese ne varsa yıkmış, hatta kabristanlarını bile ortadan kaldırmışlardır.
Bir asır sonrasına yani günümüzdeki tabloya bakacak olursak hariçte değişen pek bir şey olmadığını, sadece devlet isimlerinin değişmiş olduğunu görürüz. İngiliz’in başrolünü ABD almıştır ama İngiliz senaryo yazmaya devam etmektedir. Fransa yardımcı oyuncu rolünde, Almanya yediği dayaktan sonra terbiyeli maymunu oynamakta, Rusların Kafkas ve Türkistan’a olan tahakkümü halen devam etmekte, Yunanistan kışkırtılarak Türkiye’nin hızı kesilmek istenmekte, ırkçılık oyunu tekrar sahaya sürülerek Kürt halkı üzerinden yeni tezgâhlar kurulmakta, devşirilen teröristler taşeron olarak kullanılmakta, bu oyunda Ermeni ve Yahudi kartı da hiç ihmal edilmemektedir. ABD liderliğindeki Batılı ülkeler “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu projesi” adını verdikleri İslâm dünyasını parçalama ve dünya siyasetinden silme stratejilerini hayata geçirmeye çalışmakta, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Fas’tan Basra körfezine kadar Türkiye’nin de içinde olduğu 22 devletin sınır ve haritalarının değiştirileceğini beyan etmekte bir beis görmemektedir. Halen ABD başkanı olan Joe Biden 15 Temmuz 2016 tarihindeki başarısız darbeye rağmen plânlarından vaz geçmediklerini ikraren Türkiye’de AK Parti iktidarını sona erdirmek için yapacaklarını seçim vaadi olarak ilan edebilmektedir.
İç siyasetteki gelişmelere bakıldığında muhafazakârlarla sosyalistlerin ana damarları teşkil ettiği aynen bir asır önceki ayrışmaya benzer şekilde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı adını alan bu iki siyasi hareket muhtemelen Mayıs ayı ortalarında halkın seçimine muhatap olacaktır. Altılı Masa olarak da anılan Millet İttifakı’nın üyelerinden Meral Akşener’in siyasi tabloyu Padişah Abdülhamid ile İttihat ve Terakki arasındaki mücadeleye benzeterek, Cumhurbaşkanı’nı müstebit, kendilerini ise hürriyetçi olarak ilan etmesi manidardır. İşte burada tarih tekerrür etmektedir.
Ancak ibret alındığı için olsa gerektir ki bir asır önce yaşanan talihsizlikler artık yaşanmıyor. Osmanlı Devleti’ni hasta adama benzetenler şimdi kendileri iyice yaşlandılar. Osmanoğlu ise sağlıklı, geleceğe umutla bakan, azimli bir delikanlı oldu. Sadece kendi halkının değil, neredeyse tüm İslâm âleminin umudu haline geldi. Artık “yıkık bir köprü için Belçika’dan kalfa” gelmiyor. Türkiye inşaat sektöründe dünya ikincisi olarak dünyaya yol, köprü, baraj ve havalimanları yapıyor. Mühendislerimiz, hekimlerimiz bir asır öncesindeki tabloyu çoktan tersine çevirdiler. Ülkemizi korumak, gerekirse düşmanlara haddini bildirmek için her türlü silahı hem de en ileri teknolojiyle donatarak kendimiz yapıyoruz. Ecnebilerin savaş korkusu bizim gençlerimizin yanından bile geçemiyor. Onların taşeron devletlere, terör örgütlerine veya özel şirketlere devrettikleri muharebeyi bizim Mehmetçiklerimiz iman şuuru ile yapıyorlar ve bu sebeple dünyanın en iyi ordusu durumundalar. Bir asır önce belimizi büken fukaralık bugün üstesinden gelinecek kadar küçüldü, gelir dağılımında adaletin sağlanmasıyla daha da küçülecektir.
Dünün mütegallibeleri ise ellerinden kaçmakta olan dünya siyasetini tanzim etme pozisyonunu kurtarma telaşı içindedirler. Fitne ve fesatla, zulüm ve kanla mazlum milletlerden gasp ettikleri servetlerin üzerine kurdukları refah adacıklarında keyif çatma dönemi sona ermeye başladı. Sömürülen ülkelerin çocukları dört bir yandan üzerlerine gitmeye, alacaklarını istemeye başladılar, mültecilerden kurtulmayı baş siyasetleri haline getiren Avrupa ülkeleri “ihtiyar tilki” numaraları ile bu işten sıyrılamayacaklardır. Hayal edilen tek kutuplu dünya yerini çoktan çok kutuplu dünyaya bırakmaya başlamıştır.
Sonuç; her çıkışın bir inişi vardır, her nefis ölümü tadıcıdır, önemli olan insaniyetin gereği olan haysiyetli ve hakkaniyetli bir sistem inşa etmektir. Tıpkı ecdadımızın vaktiyle yaptığı gibi.

Dergiye gönderilen tüm makaleler, değerlendirme sürecinden önce intihal programıyla kontrol edilmektedir.    

USOBED Dergisi, Creative Commons Atıf-Gayri Ticari 4.0 Uluslararası (CC BY-NC 4.0) altında çalışmaktadır. https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0/deed.tr